Cenevre öncesi Suriye manzaraları

Konferans öncesi saflar netleşirken, kanlı iç savaşın oyuncuları cepheden galip ayrılmak için tüm kozlarını paylaşıyor.

Muhalif gruplar, yeni bir Suriye için hazır görünmüyor. Bir ülkeyi devralabilecek siyasi birikime sahip değiller.Daha önce Özgür Suriye Ordusu çatısı altında direnen çok sayıda silahlı grup, şimdilerde kendi aralarında farklı koalisyonlar kuruyor. 5 cepheli muhalefet kanadındaki Kürtler, konferansa tek çatı altında ancak muhalif kanattan ayrı bir heyetle masaya oturma kararında. Sözün kısası, direniş kanadı parça parça ve bu durum kesinlikle Esad’ın hanesinde artı olarak yazılıyor. Muhalefet, Suriye’de iktidarı halkın devralması üzerine oyun kurguluyor. Ancak yeni Suriye’yi, Esad’sız kimin nasıl yönetebileceğine dair kesin bir öngörü yok.

Muhalefetin kendi içinde ayrışmasına rağmen, Esad, rejimden kopuşlar olsa da, bütünlüğünü büyük ölçüde muhafaza etmeyi başardı. Hatta, son zamanlarda savunmadan saldırı pozisyonuna geçti. Suriye’nin elindeki kimyasal silahların uluslararası topluma teslim edilmesi yönünde Moskova’dan gelen teklif, Esad iktidarını son anda ipten aldı. Sürpriz teklif, Suriye’ye yönelik askeri operasyon zeminini bertaraf ederken, devlet başkanlığı seçimlere kadar yeni bir oyun kurgulaması için Esad’a zaman tanıdı.

Afganistan ve Irak’ın getirdiği ağır kayıplar sebebiyle Suriye’nin maddi ve askeri faturasını göze alamayan ABD, Moskova’nın teklifini Suriye’den kaçışına kılıf yaptı. Bu beklenmedik manevra, Suriye siyasetini Esad’ın gidişi üzerine kuran bölgesel oyuncuları hayal kırıklığına uğrattı. Obama’nın sahadaki dengeleri değiştirmesinden etkilenen ülkelerden biri Türkiye oldu. Rejimin aşırı dirençli olması, muhalif grupların tutarsız ve değişken yapısı, Ankara’yı, Suriye iç savaşında “çıkmaz” sokağa sürükledi. Suriye, bugünkü haliyle, Türkiye için bölgesel gücünün sınırları ve yönlendirme kapasitesi için zor bir sınav gibi duruyor. Ankara’nın savaşta halkı desteklemesi siyaseten doğru ve desteklenmesi gereken bir karardır. Ancak, Esad’la hiç aralık bırakmadan bütün kapıları kapatmak siyaseten yanlış bir karardır. Çünkü, Suriye dış politikasında Türkiye’nin çekilmesiyle oluşan boşluğu Rusya ve İran doldurmuştur.

Esad’ın devrilmesi halinde doğabilecek güç boşluğunu kim yada kimlerin doldurabileceğine dair Cenevre öncesi sindirilmiş somut bir görüş yok. Bu durum, Suriye’deki süren iç savaşta muhalefete silah yağan Batılı sponsorların hesaplarındaki en büyük sapma. El-Kaide gibi terör listesindeki silahlı grupların Suriye’de iktidara ortak olabileceği ihtimali, sadece ABD ve Avrupayı değil İsrail’i de Esad’ı tercih etmeye zorluyor. Yani, Cenevre önce rüzgar Esad lehine esiyor gibi. Siyasi zemin, Rusya ve İran’ın beklediği gibi şekil alıyor.

Rusya, Suriye’deki çatışma ortamı sayesinde yıllar sonra yeniden Ortadoğu’ya inmeyi başardı. Siyasi hesapları, Esad’ın iktidarda kalmasından yana. Savaş gemileri, Tartus ve Lazkiye limanlarında konuşlanmış vaziyette. Soğuk Savaş dönemindeki en önemli müttefikine her fırsatta kalkan oluyor. BM’in Suriye’ye yaptırım kararlarını veto ederek uluslararası toplumun çözüm sahasını daraltan Moskova, Cenevre öncesi baskın güç olmak için her yolu deniyor.  Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir soru var: Rusya’da geçtiğimiz günlerde peş peşe düzenlenen bombalı saldırılar bağımsız bir hadisemi dir? Yoksa düşman hattına sızan yabancı istihbarat servislerinin Cenevre öncesi Moskova’ya ayar çekme, göz dağı verme çabası mıdır?

Suriye’deki denklemde, Bağdat da Esad’a arka çıkan oyuncular arasında yer alıyor. ABD, Irak’ı işgal ettiğinde on binlerce mülteci Irak’dan Suriyeye akın etmişti. Şimdi bu süreç tersine akıyor. Irak’da iktidar, işgal sonrası Şiilere altın tepsi içinde hediye edildi. İran, Başbakan Maliki’nin hamisi konumuna yükseldi. Dolayısıyla, Esad’a en büyük destek İran’dan sonra  Bağdat’tan geliyor. İran’ın etkisiyle hareket eden Maliki, Arap Birliği’nin Suriye aleyhine aldığı yaptırım kararlarına uymuyor. Tahran ile Bağdat arasında da mezhep temelli birlik ve bütünlük olmasına rağmen Suriye, İran dış politikasında çok özel bir yer işgal ediyor.

“Nükleer” mutabakat sonrası olumlu havayı bozmamak adına siyaseten çok hassas davranan İran’ın Cenevre 2’ye davet alıp almayacağı henüz belli değil. İran’ın Suriye konulu konferansa katılması, konferansın amaçlarına yönelik beklentileri dengeleyecektir. “Mutlaka Esad gitmeli” şeklindeki talepler kesinlikle İran duvarına çarpıp geri dönecektir.Her fırsatta konferansa katılmak istediğini dile getirsede, Cenevre-2, Tahran’ı derin bir ikileme sürükleyebilecekcek kadar kırılgan bir süreç. İran’ı, baba Esad döneminde örülmeye başlanan dostluk bağları ile Batı’ya doğru açılım fırsatı arasında seçim yapmaya zorlayabilecek inişli çıkışlı, girintili, çıkıntılı bir süreç. İran ve Suriye, birbirine “Şiilik” tutkalı ile bağlıdır. İran, Suriye’yi Şiiliği yaymak için bir etki sahası olarak kullanırken, Suriye’yi yöneten Nusayri azınlık, Tahran’daki mollaların desteğiyle iktidara tutunmaktadır. ABD ve Batı’nin örtülü hedefi İran’dır. Gerçekte Esad’ı devirmek, Şii hilali projesini yarma projesidir. Suriye, İran’ın Şii hilali projesinde merkez üsdür. Suriye üzerinden Lübnan’a nüfuz etmekte, Hamas ve Hizbullah’la irtibat kurmakta, hatta bu sayede gücünü İsrail sınırlarına dayandırmaktadır.  Esad düşerse, kendi sınırlarına hapsolacak, bölgenin bir köşesinde siyaseten yanlızlığa mahkum olacaktır.  İran’ın en büyük endişesi, Esad’ın devrilmesinden de öte Sunni bir idarenin Şam’a hakim olmasıdır. Bu endişeler Şam’da siyaseten hayata geçerse, direniş hattının Tahran tarafına sızan düşman Şii otoriteyi kaynağından kurutabilir ve İran’ı radikal bir dönüşüme mecbur edebilir. Arap Baharıyla beraber kısmen Avrupai bir Rönesans yaşayan Tahran, satranç masasında Ruhani gibi ılımlı bir taşı öne sürerek Batı’ya şirin gözükmüş ve bu sayede tehlikenin önüne kalkan çekmiştir. En azından şimdilik. Suriye, Batı’nın Müslüman dünyasına kurduğu son “demokrasi” tuzağı oldu!. “Demokrasi ve özgürlük” bahanesiyle sokaklara sürülen siviller, iktidarı işkence ve şiddetle ayakta tutan azınlık elitlerin namlusuna sokuldu. Irak’da olduğu gibi, Suriye’de de, Batı, halkı, Şii, Sunni, Arap, Kürt diye ayrıştırmaya çalışıyor. Ayrıştırılan Müslümanlar, Batı’nın kanla çevirdiği değirmene sadece öğütülen buğday oluyor. Suriye, Haçlı zihniyetinin 11 Eylük sonrası İslam dünyasına açtığı savaşta son cephe oldu. Irak ve Afganistan’da olduğu gibi burada da halk demokratik biçimde birbirine kırdırılıyor, mezhep ve etnik temelli kutuplaşmalar körükleniyor. Türkiye, bu sıcak krizin cenderesinde boğulmak, hatta İran ve Suriye ile aynı kazanda pişirilmek isteniyor. ABD’nin, tek başına Suriye’de cephe açacak gücü kendinde görememesi Allahu tealanın Türkiye’ye merhameti ve rahmetidir. Zira, küfrün karanlığının etrafımızda ördüğü ateşten çember daha da daralacak, Afganistan, Irak ve Suriye üzerinden açılan Haçlı koridoru en nihayetinde Anadolu kapılarına dayanacaktı. Suriye iç savaşı, sadece Suriye’nin milli meselesi değildir. Müslüman Türk’ün ateşle imtihanı, Anadolu sınırları dışında çarpıştığı son Haçlı seferidir. Başbakan Erdoğan’a Suriye üzerinden saldıranların ana hedefi, Anadolu’yu bir kez daha çarmıha germektir. İşte, bize de teğet geçen bu sıcak ortamda Cenevre-2, Suriye’yi ateşe veren hatta tüm bölge istikrarını tehdit eden iç savaşı durdurabilecek bir yol haritası gibi sunuluyor. Öyle bir yol haritası ki; kıyametten önceki son çıkış gibi.

Comments are closed.