Geçenlerde ben, kuzenim ve kuzenimin bir arkadaşı, beraber bir polikliniğe muayeneye gittik. Muayene sonrası dediler ki:
“Biraz da mağazaları gezelim.”
Düştüm peşlerine… O mağaza senin bu mağaza benim gezdik de gezdik. Nihayet mağaza gezimiz bitmişti ama saat de epey ilerlemişti. Hem acıkmış, hem ikindi namazlarımızı kılmamıştık.
Açlıktan başım dönmeye başladığı için “Önce yemek yiyelim, sonra da, şu yol üzerindeki kültür merkezinin mescidinde eda ederiz inşallah” dedim.
Lakin kuzenim yemek istemedi. “Siz yiyin, ben de gidip namaz kılayım. Siz de gelirsiniz oraya” dedi.
“Tamam” dedik. Yemek esnasında kuzenim aradı. Sesinden, sinirli olduğu anlaşılıyordu:
-Kültür Merkezi kapalı… Nerede kılacağız şimdi biz namazımızı?
Ben, bir anlık şaşkınlıktan sonra, içinde bulunduğumuz gün ve saatin farkına vararak;
-Tabii ya… Bugün hafta sonu ve saat de 18:00’i geçiyor… Bu saatlerde kapanıyor orası. Hiç aklıma gelmedi, dedim.
Bulunduğumuz yere en yakın cami de epey uzakta idi… Kuzenim zaten yürümekten hoşlanmayan bir insan. Devamlı söyleniyordu. Ve nihayet kuzenimden o an beni aşırı üzen şu cümle geldi:
-Senin yüzünden şu an namaz kılmaktan soğudum. Neden bu kadar ihmalkârsın?
Ne diyeceğimi bilemedim… Elimde olmayan bir nedenden dolayı suçlanıyordum. Ne iştahım, ne keyfim kaldı… 5 dakika sonra da kuzenim yanımıza geldi. Yüzünde kızgın bir ifade… Ona dönüp sordum:
-Ben ne yaptım da bana böyle bakıyorsun söyler misin? Benim namaza ne kadar ehemmiyet verdiğimi bilmiyor musun? Merkezin kapalı olduğunu bilsem, sence böyle bir plan ayarlar mıydım?”
Kuzenim de biliyordu o an haksız olduğunu. Ama o an sinirlenmişti bir kere… Öfkesini çıkaracak bir yer arıyordu işte…
Kuzenimin arkadaşı bu sözlerden olumsuz etkilenmesin düşüncesiyle de devamlı alttan almaya gayret ediyor, münakaşa çıkarmamaya çalışıyordum. Ama kuzenimin o sinirli mimiklerinden hepimiz nasibimizi aldık.
Kalbim kırık üzgün ve çaresiz ilerlerken, birden başımı kaldırdım. Defalarca önünden geçtiğim ve bir kez olsun fark edemediğim bir şey…
Parkın hemen yanında, ufacık, şirin mi şirin tarihî bir cami… Allah’ım, sana nasıl şükretsem? Hangi dille şükretsem? Bunca zamandır önünden geçip de görmediğim bu cami, imdadıma yetişmişti âdeta… Sanki biri gelmiş, o camiyi oraya o anda yerleştirivermiş gibi… Oysaki hep oradaymış, ama ben görememişim. Kısmet, böyle sıkışık olduğum bir zamanaymış demek ki…
Nasıl sevindiğimi anlatamam… Rahat bir nefes alıp sevinçle döndüm:
-Gördünüz mü? Yeter ki candan iste… Allahü teâlâ bir kolaylık ihsan ediyormuş…
A.Melike Öcal- Antalya