Bir gün abid, bir ihtiyaç için yolculuğa çıkmıştı. Şeytan da onunla beraber yola koyuldu. Gayesi bir fırsatını bulup, vesvese vererek onu dalalete düşürmekti… Bunun için abidi, sabırdan, yumuşaklıktan uzaklaştırıp, şehvet ve öfke sebebi ile saptırmayı denedi, fakat muvaffak olamadı. Başka yönlerden denedi, yine olmadı. Namazda iken vesvese vermek istedi, yine yapamadı. Namazını bitirdikten sonra yanına gelip dedi ki:
– Ben sana birçok vesvese verdim. Öfkelendirmek istedim. Fakat sende en ufak bir değişiklik meydana getiremedim ve anladım ki, seni dalalete düşüremeyeceğim. Bundan böyle seninle dost olmak istiyorum.
Abid, “Senin dostluğuna ihtiyacım yoktur” deyince, “Hayli zamandır, uzak yoldasın. Evinden uzaksın. Çoluk çocuğundan haber almak ister misin?” diye sordu. O da, “Hayır. Ben onları Allahü teâlâya emanet ettim. Sana niçin sorayım ki?” dedi. Bunun üzerine dedi ki:
– İnsanoğlunu nasıl dalalete düşürdüğümü öğrenmek ister misin?
– İşte bunu öğrenmek isterim. İnsanoğlunu nasıl ve nelerle dalalete düşürürsün?
Şeytan şöyle anlattı:
– İnsanoğlunu genelde şu dört şeyden biriyle doğru yoldan çıkarırım. Bunlardan biri cimriliktir. Biri hasettir. Diğeri sarhoşluktur. Bir diğeri de öfkedir. Öfkelenip de aklı gidince, o artık elimizde bir oyuncak olur. Her türlü kötülüğü ona yaptırabiliriz. Öfkesini yenen, yumuşak huylu, sakin kimselere tesir etmemiz ise çok zordur.
Abdullah İbni Mes’ûd hazretleri buyurdu ki:
– Sözün en doğrusu Kelâmullah, Kur’ân-ı kerîmdir. En şereflisi zikrullahtır. Körlüğün, basîretsizliğin en zararlısı kalb körlüğü, kalb basîretsizliğidir. Az olup fakat kifâyet eden, çok olup fakat gâfil edenlerden daha hayırlıdır. Nedâmetlerin en büyüğü ve en zararlısı kıyâmet günündeki nedâmettir. En hayırlı zenginlik, gönül zenginliğidir. Azıkların en hayırlısı takvâdır. İçki günâhların da’vetçisidir. Gençlik, deliliğin bir şûbesidir. Hatâların en büyüğü dilin yalanıdır.