Allahü teâlâ, dünyâyı imtihân yeri olarak yaratmış ve insanları da burada çetin bir imtihâna tâbi tutmuştur. Bu imtihânı kazananlar, dünyâ ve âhıret saadetine kavuşmaktadır. Bu konuda Akşemseddîn hazretleri sohbet ve vâazlarında buyuruyor ki:
“Îmân, taklîd ile, babadan ve dededen görerek, sırf îmân ettim demekle olmaz. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde Ankebût sûresinin 2. âyet-i kerimesinde meâlen;
(İnsanların, îmân ettik demekle bırakılmayarak, din yolunda karşılaşacakları sıkıntılara katlanmalarına göre, îmân ettik sözlerinin doğru veya yalan olduğu anlaşılacağı) diye buyurmaktadır.
Belâ ve musîbetler, Allahü teâlânın dostlarının muhabbet ve sevgisini artırır. Nitekim altın için ateş ne kadar kızgın olursa, altını o derece saf ve hâlis yapar. Bu sebeple kişi mânevî mertebesinin yüksekliğine göre büyük veya küçük belâ ve musîbetlere uğrar. Nitekim Resûlullah efendimiz;
(Kişi, dînindeki sebâtına göre belâya, imtihâna müptelâ olur. Âfiyet, kıymetini bilmeyen kimse için dert gibidir. Belâ, kadrini bilen için devâ gibidir) buyurmuştur.
SIKINTILARIN KADRİNİ BİLMEK!
Belâ, insanın Rabbine dönmesini sağlar. Bu sıkıntıların kadrini bilenler, Allahü teâlâyı gerçekten sevenlerdendir. Taklid ile sevenler, bunun kadrini, kıymetini bilemezler. Taklid ile sevmek, belânın faydasını giderir. Sevilenin hareketi, gerçek muhabbeti bozmaz. Nitekim Mûsâ aleyhisselâm, Firavun’un sarayında hazret-i Âsiye tarafından büyütülürken, hazret-i Âsiye Onu gerçekten seviyordu. Firavun ise, hazret- Âsiye’yi taklid ederek seviyordu. Hazret-i Âsiye gerçekten sevdiği için, Mûsâ aleyhisselâmın hareketlerinden incinmiyordu. Mûsâ aleyhisselâm Firavun’un sakalını tutup çekince, Firavun’un sevgisi gerçek sevgi olmadığı için, hemen rahatsız oldu…
Kişinin kadrinin ve kıymetinin varlığı, mihnetlere, belâ ve musîbetlere sıkıntılara sabretmesiyle ortaya çıkar. Bu mihnet, dünyâlığın olmaması veya eksilmesi, elden çıkması ile olur. Sabredenlerin, sabırdaki sebatları sebebiyle iyilikleri yâni sabır, tevekkül, kanâat ve hilm, yumuşaklık gibi güzel hasletleri artar. Böylece olgunlaşan insanın kalp aynasındaki kirler, cevherin hâlis hâle getirilmesi gibi temizlenir. Belâ günlerinde, belâ geldiğinde Eyyûb aleyhisselâmın kulluğu iyi bir kulluktur.
Evliyâ, insanlardan gelen sıkıntılara katlanıp, tahammül eden kimsedir. Sıkıntıları göğüsler, belâlar yüzünden şikâyetçi olmaz ve düşmanlık tavrı takınmaz. O, toprak gibidir. Toprağa her türlü kötü şey atılır. Fakat topraktan hep güzel şeyler biter.”
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“İyi bilmeli ki, bu dünyâ, imtihân yeridir. Bunun için, burada dostlarla düşmanları karıştırmışlar, hepsine merhamet etmişlerdir. Nitekim A’râf sûresi, 155. âyetinde meâlen;
(Merhametim her şeyi içine almıştır) buyuruldu.
Hâlbuki kıyâmette, düşmanları, dostlardan ayıracaklardır. Nitekim, Yasîn sûresinde;
(Ey kâfirler, bugün, dostlarımdan ayrılınız!) meâlindeki âyet-i kerîme, bunu haber vermektedir. O gün, yalnız dostlara merhamet olunacak, düşmanlara hiç acınmayacak, onlar muhakkak melûn olacaktır. Nitekim, A’râf sûresinde;
(O gün, merhametim, yalnız benden korkarak kâfir olmaktan ve günâh işlemekten kaçınanlara, zekâtını verenlere, Kur’ân-ı kerîme ve Peygamberime inananlara mahsûstur) meâlindeki âyet-i kerîme, böyle olduğunu göstermektedir.”
HAKLI İLE HAKSIZ KARIŞIK!..
Netice olarak bu dünyâ, imtihân yeridir. Burada hakla, bâtıl ve haklı ile haksız karışıktır. Burada, Allahü teâlâya îmân edenlere sıkıntılar, belâlar verilmeseydi, yalnız düşmanlarına verilseydi, dost, düşmandan ayrılır, belli olur ve imtihânın faydası kalmazdı. Hâlbuki, gayba îmân etmek lâzımdır. Dünyânın ve âhıretin bütün saâdetleri, görmeden inanmaya bağlıdır. Allahü teâlâ, kendisine îmân edenleri mihnet ve belâ içinde göstererek, düşmanlarının gözünden sakladı ve böylece dünyâ, imtihân yeri oldu. Dostları, görünüşte belâda, hakîkatte ise, zevk ve lezzettedir. Allahü teâlâ her şeye kâdirdir. Îmân edenlere, hem dünyâda, hem de âhırette rahatlık verebilir ise de, âdeti böyle değildir. Zira dünyâ, imtihân yeridir. Bir kimse, dünyâyı râzı ederse, âhıret ondan gücenir yani âhırette, eline bir şey geçmez…