(Dünden devam)
Hazret-i Ali, yaydan okun çıktığı gibi o kâfire karşı at sürüp ve nâra atıp öyle bir haykırdı ki kıyamet koptu sandılar. Kâfirler sonbahar yaprağı gibi titrediler!
Ödleri patladı!
Çoğu ölüp gitti.
O kâfir de meydan ortasında öylece kalakaldı.
***
Hazret-i Ali yaklaştı ve karşısına dikilip “Ey mel’un! İmana gel, yoksa sen bilirsin” buyurdu.
O ise cenk istedi.
İmana gelmedi.
Aralarında birkaç hamle geçtikten sonra yine İslam’a davet eyledi. Yine kabul etmeyince bir darbeyle atından düşürdü.
Göğsünün üzerine çıktı.
Kılıcını boğazına dayadı.
Bir daha davet etti.
***
Kâfir gördü ki hiç kurtuluş yoktur. Ağız dolusu pis tükürüğünü Hazret-i Ali’nin mübarek yüzlerine fırlattı!
O böyle yapınca öldürmedi.
Hatta üzerinden kalktı.
Kılıcı kınına koydu.
Kâfir “Niçin öldürmedin?” dedi.
***
Şâh-ı merdan “Seni Allah için öldürecektim. Sen böyle edince nefsime güç geldi, öldürürsem nefsimin arzusuyla öldürmüş olurum diye korktum!” buyurdu.
O kâfir çok şaşırdı.
Çok da duygulandı!
“Öyleyse dininiz haktır” dedi.
Şehadet getirdi.
Ve Müslüman oldu.
Ona bakıp yetmiş bahadır da imana geldiler. O pehlivan, Hazret-i Ali’nin hizmetinden ayrılmadı. (“Menâkıb-ı çihâr yâr-i güzîn” kitabından alınmıştır.)