Hak üzere bulunacak olan tâifeye dâir

“Ümmetim
73 fırkaya ayrılır. Bunlardan 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırka
kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir.”

Dünkü
makâlemizde, kıyâmete kadar, dâimâ hak üzere bulunacak olan bir
tâifenin eksik olmayacağına dâir, 4 muteber hadîs kitâbından bazı
hadîs-i şerîfler nakletmiş ve doğru yolda bulunmanın bazı alâmetlerini
de zikretmiştik. Bugün inşâallah kaldığımız yerden devâm etmek
istiyoruz. Doğru yolda bulunacak olan kimse:
3- Ehl-i Sünnet vel-cemâate uygun i’tikâd etmeli. Bir hadîs-i şerîf meâli şöyledir:
“Ümmetim
73 fırkaya ayrılır. Bunlardan 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırka
kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir.”
[Tirmizî, İbn-i Mâce]
Büyük âlim ve velî İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: “İ’tikâd edilecek [inanılacak] şeylerde, bir sarsıntı olursa, kıyâmette Cehennemden kurtulmak hiç mümkün olmaz. İ’tikâd doğru olup da amelde [ibâdetleri yapmakta, harâmlardan kaçmakta] gevşeklik
olursa, tevbeyle ve belki tevbesiz de affedilebilir. Cehenneme girse
de, sonunda yine kurtulur. İşin aslı, temeli i’tikâdı düzeltmektir.”
[C. I, Mektûb: 193]
4- Sünnetlere uyup, bid’atlerden uzak durmalı.
Yine İmâm-ı Rabbânî hazretleri
buyurmuştur ki: Bazıları, yapacakları değişikliklerle, dîni
düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannediyorlar. Ortaya bid’atler
çıkarıyorlar. Bid’atlerin zulmetleri ile Sünnetin nûrunu örtmeye
çalışıyorlar. Bunlar, dînin noksânlıklarını tamâmladıklarını iddiâ
ediyorlar. Bilmiyorlar ki, dîn noksân değildir.
5- Dört hak mezhepten birinde bulunmalı.
Ahmed Tahtâvî
hazretleri buyuruyor ki: Bugün, her Müslümânın dört mezhepten birinde
bulunması şarttır. Dört mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i Sünnetten
ayrılır. (ed-Dürrü’l-Muhtâr hâşiyesi)
6- Dînde nakli esâs almalı.
İslâm
âlimleri buyuruyorlar ki: Fıkıh kitaplarına uymayan bilgiler yanlıştır.
Bunlara bağlanmak câiz değildir. İslâm bilgilerini öğrenmeden,
bilmeden, âyet-i kerîme veya hadîs-i şerîf okuyup da, bunlara kendi
kafasına, kendi görüşüne göre manâ verenlere “İslâm âlimi”
denmez. Ne kadar yaldızlı, parlak söyleseler ve yazsalar da, hiç
kıymeti yoktur. Ehl-i Sünnet âlimlerinin anladıklarına ve bunların
yazdıkları fıkıh kitaplarına uymayan sözleri ve yazıları Allahü teâlâ
beğenmez. İlhâm ve şahsî görüş, kesinlikle delîl olmaz. Dînde nakil
esâstır…
Netice i’tibâriyle, şahıslar,
kitaplar, cemâatler/gruplar için, bizim iyi veya kötü dememiz ölçü
olmaz. Yani biz iyi deyince iyi olmazlar, biz kötü deyince de kötü
olmazlar. Şahıs ismi, kitap ismi, grup ismi önemli değil. Binlerce âlim
ve kitap var. Elimizde ölçü olursa rahat ederiz, kendimiz anlarız.
Ölçüyü, bize İmâm-ı Rabbânî hazretleri şöyle veriyor:
“Bir
hükmün doğru veya yanlış olduğu, Ehl-i Sünnet âlimlerinin
bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Çünkü Ehl-i Sünnet
âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her manâ kıymetsizdir, yanlıştır.
Çünkü her sapık kişi, Kur’ân ve Sünnete uyduğunu sanır, sapıklığının
doğru olduğunu iddiâ eder. Yarım aklı, kısa görüşüyle, bu kaynaklardan
yanlış manâlar çıkarır. Doğru yoldan kayar, felâkete gider. Ehl-i Sünnet
âlimlerinin bildirdikleri manâlar doğrudur, bunlara uymayan yanlıştır.”
[C. I, Mek. 286]
Demek ki bir sözün veya yazının doğru olmasının ölçüsü, Ehl-i Sünnet âlimlerinin kitaplarına uymasıdır.

Comments are closed.