Hayal derken gerçek oldu

Otobüsten, son durağa bir iki durak kala iniyorum. Ama sersem gibiyim… Bir rüya mı gördüm bilemiyorum. Ama etkisi halen üzerimde…

Şöyle bir etrafıma bakıyorum. Tam ters istikamete giden bir otobüse binmişim… Ve uyukladığım için farkına varmadan gideceğim yerle hiç alakası olmayan buraya kadar gelmişim.
Şimdi çocuklar beni merak ederdi. Haliyle başıma geleni, hanıma anlattım. Geç geleceğimi izah ettim. Bu arada telefonum zır zır çalıyor.
Soma’dan bijuterici bir esnaf… Onunla da Savaştepe’de bir memur arkadaşım vasıtasıyla tanışmıştık. O arıyor. Oğlunun İzmir’de olduğunu, kanser hastalarının tedavi edildiği bir merkezde çalıştığını, müsait olduğum bir vakitte oğlunu ziyaret edersem sevineceğini belirtiyor. Ardından da oğlunun telefon numarasını benim telefonuma mesaj atıyor.
“Bugün” diyorum “ne oluyor böyle?”
Olayların hızı mı başımı döndürüyor? Yoksa acizliğimin tescil edilmesi ve benim de anlamam için olaylar art arda ve hızlıca mı yaşattırılıyor bana… Bu olayları kontrol edememe duygusu yaşıyorum şiddetlice?!.
Neyse… Madem birisi ricada bulundu, duasını alayım… “Bir dua bin belayı def eder” diye bir yerde duymuştum… Bu duygularla işte Tedavi Merkezindeyim. Ziyaret ettiğim delikanlının adı İdris. 21 yaşında. Bana nasihat ediyor:
“Ağabey, beden kanseri ahiret şehidi olarak götürür; eğer Ehl-i sünnet itikadındaysan. Manevi kanser ise adamı tepetalak eder Allah korusun.”
“Yazıklar olsun” diyorum içimden kendime. “Sözde sen sahip çıkacağına o delikanlı sana sahip çıkıyor… O esnada delikanlı diyor ki: “Demirci arkadaşım var şurada yakında bir yerde. Gidelim bir çayını içelim; biraz dinleniriz.”
İçimden diyorum “Kim bu demirci? Sen misin yoksa Ayvaz?” Gideceğimiz yerde de Köroğlu da var mı? Düşüncelerden sıyrılıp “tabii iyi olur” diyorum.
İşte demircinin mekânındayız… Kesif bir demir kokusu… Simsiyah bir ortam… Milaslı Ömer olduğunu öğrendiğim birisi gülümsüyor karşımda. Elinde de fıstık yeşili bir kitap… Bu arada beyazı siyahına galip dalgalı saçlı 60 yaşlarındaki Demirci Ali Usta, gözlük altından gelenlere bakıyor.
Ömer de 20 yaşlarında… Esmer, tığ gibi gözüken, elini sıkınca acıtan çocuk… Konuşunca, o sert bakışlardan ipek gibi yumuşak çıkan bir ses hâlâ hayalimde. Diyor ki hiç tanışmaya gerek duymadan:
“Ben bu kitabı nereden aldım biliyor musunuz? TGRT’de bir yarışmaya katıldım. Teselli hediyesi olarak kitap seti gönderdiler. İyi ki kaybetmişim yarışmayı… İyi ki vermişler bu teselli hediyesini… Meğer ben hayatımın en güzel hediyesini o zaman kazanmışım…
Rumuz:  “Köroğlu”- İzmir

Comments are closed.