(Dünden devam)
Hazret-i Ömer, bir gün dağ gibi heybetiyle Beytullaha doğru yürüyordu. Efendimizi bulacak, Onu ihtar edecekti.
İkaz edecekti.
Kâbe’ye vardı.
Efendimiz, oradaydı ve yeni gelen El-Hakka suresini okuyordu.
Bir kenara saklanıp dinledi.
Kendi kendine:
“Hele okuması bitsin, o zaman konuşurum” dedi.
***
Ama öyle olmadı.
Dinleyince hoşlandı.
Kalbi yumuşadı.
İşittiklerine karşı hayranlık duydu. İçinden “O bir şair. Zira bu kadar güzel sözleri ancak bir şair söyleyebilir” dedi.
Böyle düşündü.
Ama yanılmıştı.
Zira o böyle düşünürken, Efendimizin okuduğu ayetlerde, mealen “O şair değildir. Onun söyledikleri Allah kelamıdır” buyuruluyordu.
***
Bunu dinledi.
Hayrete geldi.
Kendi kendine “Zihnimden geçenleri bildi. Öyleyse o bir kâhin” dedi. Ancak işittiği bir âyet-i kerimeyle irkildi.
Yanılmıştı yine.
Zira o âyette de:
“O kâhin sözü değildir. Âlemlerin Rabbinin sözüdür” buyuruluyordu.
Zihni altüst oldu.
Çok duygulandı.
Hatta ağladı.
İman etmek istedi.
Ancak etrafı bırakmadı. (Devamı yarın)