Amasya’da yetişen velîlerden Alî Hâfız hazretleri’nin üçüncü oğlu Necâtî, âni rahatsızlıktan hastâneye kaldırıldı ve ameliyat sonrası kurtarılamadı.
Babası dergâhtaydı.
Çocuk vefât etti.
Ev halkı telaşlandı.
Zira babası bilmiyordu oğlunun vefat ettiğini. Bunu bildirmek için bâzı talebeleri Alî Hâfız Efendi‘nin yanına gittiler. Bu haberi vereceklerdi.
Ama diyemediler.
Nasıl diyeceklerdi.
Alî Efendi onlara;
“Hepimizin âkıbeti işte bu. Buna hazırlanalım ki, bundan kurtuluş yoktur. Necâtî’nin vefât ettiğini niçin söylemiyorsunuz?” buyurdu.
Oğlunu bizzat kendisi yıkadı, kefenledi ve namazını kıldırıp kabrine defnetti.
HABER VERİN!
Alî Hâfız ile aynı devirde Gümüş kasabasında yaşayan Garip Hâfız İbrâhim Hakkı isminde bir zât vardı. Bu zâtla sık sık görüşürdü. Garip Hâfız da mübârek bir zat idi.
Allah adamıydı.
Bir âdeti vardı.
Adı gibi garipti.
Şöyle ki, ikindi vaktine kadar ziyâretçi kabûl etmezdi. Bir gün Alî Hâfız, talebeleriyle Garip Hâfız‘ın ziyâretine gitti. Vakit ikindiden önce idi. Evine vardılar.
Kapıda talebe vardı.
Alî Hâfız, o talebeye;
“Evlâdım! Garip Hâfız’a geldiğimizi haber ver” dedi. Talebe; “Efendim geleceğinizi söyledi sizi bekliyor” dedi.
İçeriye girdiler.
Sohbet ettiler.
Ancak orada bulunanlar konuşulanlardan hiçbir şey anlayamadılar. Zîrâ onlar birbirlerinin derecesine göre konuşuyorlardı…