Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), seher vaktinde mescid-i şerifte namaz kılmaya giderken Ebu Lü’lü adında bir Yahudi bir rivayette karanlıkta bıçakla vurup mübarek karnına sapladı.
Altı yerinden yaraladı.
Eshab bunu gördüler.
Üzülüp ağlaştılar.
Ve o kâfiri yakalayıp katlettiler.
Sonra Hazret-i Ömer‘i o mahalden alıp evine getirdiler.
Cerrah gelip gördü.
Yaraları dikti.
Ve “İyileşinceye kadar hiç hareket etmeyin” diye tenbih etti.
Sahabe-i güzin geldiler.
Çevresinde oturdular.
Halife, bazı dînî emirleri onlara vasıyyet ediyordu.
O ara namaz vakti geldi.
Ve ezan okundu.
Hazret-i Ömer cerraha dönüp “Şimdi abdest alıp namaz kılsam ne olur?” diye sordu.
Cerrah düşündü.
“Hareket edersen dikişler sökülür, ölürsün” diye cevap verdi.
Halife bunu işitti.
Ama önemsemedi.
“Namazı terk etmektense öleyim daha iyi” buyurdu.
Ve sahabeden birini Hazret-i Âişe‘ye gönderip Resulullah’ın ravda-i mütahharalarına defni için ondan izin istedi.
Hazret-i Âişe bu haberi aldı.
Üzülüp ağladı.
Ve bu kederle “Âh kıymetli Ömer, atamın yâdigârı da gidiyor. Ben o yeri kendim için saklardım. Ama ona hibe ettim. Resulullaha ve babamın katına varınca onlara selamımı söylesin ve ‘Bu ayrılık daha ne kadar sürecek?’ diye sorsun” dedi. (Devamı yarın)