Hocazâde Ahmed Hilmi Efendi

Hocazâde Ahmed Hilmi Efendi, Osmanlı âlimlerindendir. Erzincan’ın Eğin (Kemaliye) kazasında doğdu. İstanbul’da yüksek tahsilini bitirdikten sonra “Ma­arif Nezâreti teftiş heyeti âzası” oldu. Bu sırada Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazretlerinin halîfelerinden Abdülfettâh-ı Akrî’nin talebesi İzmirli Osman Nûri Efendi’ye intisab ederek Nakşibendî yolunda kemale erdi. 1332 (m. 1914)’de vefat etti­.

“Hadîkatü’l-evliyâ Silsile-i Sâdât-ı Turuk-ı Aliyye” adlı eserinde Nakşibendî büyüklerini anlatır. Bu eserinde şöyle nakleder:
Büyük üstadımız Mevlânâ Hâlid hazretleri, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sevgisi ile yanıyordu. Bütün gayesi Allahü teâlânın sevgilisi olan Peygamberimizin ziyâretine gitmek idi. 1220 (m. 1805) senesinde hacca gitti. Medîne-i münevvereye kavuştuğu zaman, kasîde-i Muhammediyye’yi Fârisî olarak yazdı.

Bu kasidenin bir kısmının Türkçe tercümesi şöyledir:
Ey güzeller güzeli, beni sevdanla yaktın!
Görmüyor bir şey gözüm, her an hülyanla aklım!
Sen “Kabe kavseyn” şahı, ben ise azgın köle,
Sana konuk olmayı, nasıl söyler bu şaşkın?
Acıyıp bir bakınca, ölü kalbler dirilttin,
Sonsuz merhametine sığınıp, kapın çaldım.
İyilik kaynağısın, dermanlar deryâsısın!
Bir damla lütf et bana, derde devasız kaldım!
Herkes gelir Mekke’ye, Kâ’be, Safa, Merve’ye,
Ben ise senin için, dağlar tepeler aştım.
Dün gece, bir rüyâda, göklere değdi başım,
Kapındaki uşaklar, enseme bastı sandım.
Ey Câmî hazretleri, sevgilimin bülbülü!
Şiirlerin arasından, şu beyti seçtim aldım:
“Dili aşağı sarkık, uyuz köpekler gibi,
Bir damlacık umarak, ihsân deryana vardım.”
Ey günahlılar sığınağı, sana sığınmaya geldim!
Çok kabahatler işledim, sana yalvarmaya geldim!
Karanlık yerlere saptım, bataklıklara saplandım,
Doğru yolu aydınlatan, ışık kaynağına geldim
Çıkacak bir canım kaldı, ey bütün canların canı!
Uygun olur mu söylemek, canımı fedaya geldim.
Derdlilere tabibsin, ben ise gönül hastası,
Kalb yarama deva için, kapını çalmaya geldim.
Cömerdlerin kapısına, bir şey götürmek hatâdır.
Basmakla şeref verdiğin, toprağı öpmeye geldim.
Günahlarım çok, dağ gibi, yüzüm kara, katran gibi,
Bu yükten ve siyahlıktan tamam kurtulmaya geldim.
Temizler elbet hepsini, ihsân deryandan bir damla,
Gerçi yüzüm gibi kara, amel defterimle geldim.
Kapına yüz sürebilsem, ey canımdan azîz cânân!
Su ile olmayan işler, hâsıl olur o topraktan!”

Comments are closed.