Vaktâ ki rûh Âdem Nebî’nin bedenine girdi. Önce dimâğ hayat buldu. Arş-ı âlâya baktı. “Lâ ilâhe illâllah, Muhammedün Resûlullah“ yazısını gördü.
Merak etti.
Sordu ki:
“Yâ İlâhî, Muhammed kim ola ki, Onun ismini kendi isminle birlikte yazmışsın?”
Hak teâlâ;
“Evlâdından biridir ki, O’ndan daha mükerrem bir kişi yaratmadım” buyurdu.
Vaktâ ki rûh verildi.
Âdem Nebî kalktı.
Cümle melekler, Hak teâlânın emriyle Ona karşı secde ettiler.
Bir kişi etmedi.
O da İblîs idi.
Zîra kibirlenmişti.
Kendini beğenmişti.
Melekler, beşyüz sene secdede kalıp, başlarını kaldırınca, İblîs’i ayakta gördüler.
Secde etmediğini anladılar.
Hak teâlâ sordu;
“Ey mel’ûn, sen niçin secde etmedin?”
İblîs cevâben;
“Ben ondan hayırlıyım. Beni nârdan yarattın, onu ise çamurdan” dedi.
Rabbine karşı geldi.
Huzurdan kovuldu.
Sonra Hak teâlâya;
“Kıyâmete kadar bana mühlet ver” dedi.
İsteği kabul olundu.
Mühlet verildi.
İblîs o zaman; “Kullarına haramları güzel gösterip doğru yoldan saptıracağım. Hâlis kulların hâriç, elimizden kurtulan kalmayacak” dedi.