İbn-i Mesrûk Tûsî hazretleri, büyük velîlerdendir. İran’da Tûs’ta doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Bağdât’ta yaşadı. 910 (H.298)’de vefât etti. İlim tahsîli için Rey ve Horasan civârını dolaştı. Bağdât’a yerleşti. Cüneyd-i Bağdâdî, Sırrî-yi Sekatî, Hâris el-Muhâsibî ve diğer velîlerin sohbetlerinde yetişip olgunlaştı.
İnsanların haklarına çok saygı gösterirdi. Sebebi sorulunca; “Müminlerin hakkına saygı, Allahü teâlânın hakkına saygıdandır” buyururdu. Çok misâfirperverdi. Misâfirlerine devamlı hizmetten zevk alırdı. Bir misâfiri bunun sebebini sordu. O da; “Misâfirlik üç gündür. Bundan fazla kalırsan bana ikrâmda bulunmuş olursun” buyurdu.
“Tevekkül nedir?” diye sorduklarında; “Tevekkül, kalbin Allahü teâlâya güvenmesi, aleyhinde olanı bırakıp, lehinde olan ile meşgûl olmasıdır” buyurdu. Ömrünü boş yere tüketenleri görünce üzülürdü. Bunlara nasihat olarak; “Ömür çok değerli sermayedir. Ne yazık ki insanoğlunun çoğu bu sermayeyi boş yere tüketir. Gençlik yıllarımda dinçtim. Zorluklar beni yıldırmazdı. Ama artık ihtiyarlık devremi yaşıyorum. Geçmişte boşa geçirdiğim zamanlarıma üzülüyor, o günleri arıyor, ama bulamıyorum” derdi.
İbn-i Mesrûk, hal ve firâset sâhibi olup gördüğü kimsenin hal ve niyetini sezerdi. Kendisi anlatır:
Bir zaman bize, şeyh kılığında, konuşması düzgün biri geldi. Bu tatlı ifâdesiyle, bize tasavvuf yolunu anlatmaya başladı, konuşurken, söz arasında; “Hepiniz kalbine gelen düşünceyi bana anlatsın” dedi. Benim hatırıma o ihtiyarın Yahûdî olduğu geldi. Fakat bu durumu söyleyip söylememeyi, yanımda bulunan birine sordum. O böyle konuşanın Yahûdî olacağını tahmin etmediği için uygun görmedi. Lâkin benim bu düşüncem, gittikçe kuvvetleniyordu. Ne olursa olsun, bu düşüncemi kendisine söyleyeyim dedim. Dedim ki: “Siz hatırımıza gelen düşünceyi söylememizi istiyorsunuz. Benim kalbime sizin Yahûdî olduğunuz düşüncesi geldi.” Bunu işitince başını önüne eğip, bir miktâr bekledikten sonra doğrularak; “Doğru söylüyorsun” dedi ve Kelime-i şehâdet getirip Müslüman oldu.
İnsanları, cenâb-ı Hakkın kendilerine verdiği nîmetlerden başkalarını da istifâde ettirmeye teşvik eder, Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfini okurdu: “Allahü teâlâ bâzı kullarına bâzı nîmetleri ihsân etmiştir. Şâyet bu kullar, verilen nîmetlerle, başkalarını da faydalandırırsa, bu nîmetler onlarda kalır. Eğer çevresindekileri bu nîmetten mahrûm ederlerse, verilen nîmetler onlardan alınıp başkalarına verilir.”