Îmâna ait bazı tabirler

Mü’min
olmak için, inanılacak şeyleri ayrı ayrı bilmek lâzım değildir.
Bunlara, îmân-ı icmâlî ile îmân etmek, inanmak yeterlidir…

Dün, îmânla
ilgili birkaç terimi sizlere arz etmiştik. Bugün de “İcmâlî”,
“Tafsîlî”, “Taklîdî”, “İstidlâlî” ve “Gaybî” îmân tabirlerinden
bahsederek îmân konusunu tamâmlamaya çalışalım…
“Îmân-ı İcmâlî”: Kısaca inanmak, Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Allahü teâlâdan ne bildirmiş ise, hepsine inandım, demek.
Mü’min
olmak için, inanılacak şeyleri ayrı ayrı bilmek lâzım değildir.
Bunlara, îmân-ı icmâlî ile îmân etmek, inanmak yeterlidir. Bir kimse
böyle inanmakla Müslümân olur. Bu sebeple mukallidin
yani anasından-babasından gördüğü, duyduğu gibi, inanıp buna göre
ibâdetini yapanların îmânları sahîhtir, doğrudur. Fakat, sağlam
değildir.
“Îmân-ı Tafsîlî”: Îmân edilecek
şeyleri ayrı ayrı öğrenerek, bilerek îmân. Mü’min (inanan) olabilmek
için, îmân-ı icmâlî yeterlidir. Îmânın altı şartına yani Allahü teâlâya,
meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe,
öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayır ve şerrin Allahü teâlâdan
olduğuna, namaz, oruç, hac ve diğer dînî emirlerin her birine ayrı ayrı
inanmakla ise, îmân-ı tafsîlî ile îmân edilmiş inanılmış olur. (Kutbüddîn-i İznikî, Abdülhak-ı Dehlevî)
“Îmân-ı Taklîdî”: Bir hocadan veya kitaptan okuyup öğrenmeden, ana-babasından ve etrâfından görüp işittiği gibi inanmak.
Îmân üç kısımdır: İmân-ı taklîdî, îmân-ı istidlâlî, îmân-ı hakîkî.
Îmân-ı taklîdî sâhibi, farzı, vâcibi, sünneti, müstehabı bilmez.
Ana-babasından gördüğü gibi inanır ve yalnız gördüğü gibi ibâdetlerini
yapar. Bu gibilerin îmânından korkulur. (Kutbüddîn-i İznîkî)
Îmân-ı
taklîdînin kıymetsiz olması, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) doğru
söylediklerini, bildirdikleri her şeyin doğru olduğunu düşünmeden,
yalnız anadan-babadan ve etraftan görerek hâsıl olduğu içindir. (İmâm-ı Rabbânî)
“Îmân-ı İstidlâlî”: İslâm dîninin îmân ve ibâdet bilgilerini, emir ve yasakları bir âlimden veya bir kitaptan okuyup öğrenerek, bilerek inanmak.
Îmân-ı
istidlâliye sâhip kişi, farzı, vâcibi, sünneti, müstehabı hem bilir ve
hem amel eder, yani yerine getirir. İnanılacak şeyleri hem bilir, hem
başkalarına bildirir. Bu gibilerin îmânı kuvvetlidir. (Kutbüddîn-i İznîkî)
Peygamberleri
(aleyhimüsselâm) taklîd ederek hâsıl olan îmân, îmân-ı istidlâlîdir.
Çünkü o büyükleri taklîd eden kimse, peygamberlerin bildirdikleri her
şeyin doğru olduğunu, delîlleri görerek aklı ve düşüncesi ile
anlamıştır. Çünkü bir kimsenin gösterdiği yolun doğru olduğu, Allahü
teâlânın ona mu’cizeler vermesinden anlaşılır… Mantığa dayanarak akıl
ile, düşünce ile hâsıl olan îmâna gelince; bu yoldan da îmân elde
edilebilir. Fakat peygamberleri (aleyhimüsselâm) taklîd etmeye
dayanmadan, yalnız istidlâl (akıl yürütme) ile elde edilen îmân kıymetli
değildir. Çünkü o kimse, peygamberlerin bildirdiklerine değil, akla
inanmış olmaktadır. (İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî)
“Îmân-ı Gaybî”: Allahü
teâlânın zâtı, sıfatları, âhiret, melekler, Cennet, Cehennem, Mîzân,
Sırat gibi gözle görülmeyen şeylere görmeden inanmak.
Îmân-ı gaybî, îmân-ı şühûdîden (görerek inanmak) daha üstündür. Çünkü peygamberlerin îmânı, îmân-ı gaybîdir.
Biz
gaybe îmân eyledik. Bizim îmânımız, îmân-ı gaybîdir. Zîrâ biz, Allahü
teâlâyı gözümüzle görmedik. Lâkin görmüş gibi inandık, îmân ettik. Bunda
aslâ şüphemiz yoktur.

Comments are closed.