Âdem aleyhisselâma, kendi neslinden gelecek olan insanlar, zerreler hâlinde gösterildi. Bunlardan bazısının Cennet, bazısının da Cehennem yolunu tercih edecekleri kendisine bildirilince, Allahü teâlâya;
“Yâ Rabbî! Cehennem ehlinin ameli nedir?” diye arz etti. Allahü teâlâ da;
(Bana şirk koşmak ve gönderdiğim Peygamberlere inanmamak ve onlarla gönderdiğim ilâhî kitâplarımda olan emir ve nehyimi, yasağımı tutmayıp, bana isyân etmektir) buyurdu.
Bunun üzerine Âdem aleyhisselâm, Allahü teâlâya duâ ederek;
“Yâ Rabbî! Bunları kendilerine şâhit kıl. Umulur ki, Cehennem ehli ameli işlemezler” diye arz etti. Allahü teâlâ da, onların nefislerini şâhit yapıp;
(Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) buyurdu. Kıyâmete kader gelecek olanların hepsi;
“Rabbimizsin. Biz şehâdet eyledik” dediler.
Bunun üzerine Allahü teâlâ, melekleri ve Âdem aleyhisselâmı, zerreler hâlindeki o ruhların bu sözlerine şahit tuttu.
GÜNÜ GELİNCE DOĞAR…
Bu sözleşmeden sonra, onları tekrar eski mekânlarına gönderdi. Çünkü bunların hayâtları, cismânî bir hayât değildi. Allahü teâlâ bunları Âdem aleyhisselâmın sulbüne yerleştirdi.
Ana rahminde ilk bedeni belirmeye başlayan çocuk, henüz ölüdür. Allahü teâlâ rahimde ölü olan bu çocuğa rûh vermeyi dileyince, rûhu, o cesede iâde eder. Çocuk o zamân hareket etmeye başlar ve günü tamam olunca dünyaya gelir.
Bundan sonra, Allahü teâlâ, insanı hayâtı boyunca, dünyâda durdurur. Belli olan eceli gelinceye, rızkı tükeninceye ve ezelde takdîr edilmiş olan amelleri bitinceye kadar, dünyâda kalır. Dünyâdaki ölümü yaklaştığı vakit, dört melek gelir. Bunların biri, rûhunu sağ ayağından, biri sol ayağından, biri sağ elinden ve biri sol elinden çekerler. Çok defa, rûhu gargara hâline gelmezden önce Âlem-i melekûtîyi görmeye başlar. Melekleri, yaptıkları işlerin hakîkatini, âlemlerinde durdukları hâl üzere görür. Eğer dili söylese, onların vucûdunu haber verir. Çok defa da, gördüğü şeyleri, şeytânın bir işi zanneder. Lisânı tutuluncaya kadar hareketsiz kalır. Bu hâlde, yine melekler rûhunu parmak uçlarından çekerler. Soluğu ise, sanki saka kırbasından su boşalır gibi, gırıl gırıl öter. Fâcirin rûhu da yaş keçeye takılmış olan diken çekilir gibi çıkarılır ki, bunu insanların en üstünü olan Peygamber efendimiz haber vermiştir. Bu hâlde ölen kimse, karnını diken ile dolu zânneder. Rûhunu da, sanki bir iğne deliğinden çıkıyor, gök yere bitişiyor ve kendisi arasında kalıyor zanneder. Tabiinin büyüklerinden olan hazret-i Kâ’ba;
-Ölüm nasıl oluyor diye suâl edilince;
-Bir diken dalını bir kişinin içerisine koymuşlar. Ve kuvvetli bir kimse onu çekiyor. Kestiğini kesiyor, kalan kalıyor gibi buldum cevabını vermiştir. Peygamber efendimiz de;
(Elbette ölüm acılarından birinin şiddeti, üçyüz kerre kılınç vurmaktan daha şiddetlidir) buyurmuşlardır.
İşte bu zamânda insanın cesedi terler, gözleri süratle iki tarafa gider. Burnunun iki tarafı çekilir. Göğüs kemikleri kalkar, soluğu kabarır, benzi sararır. İnsanın, ölüm anında rûhu kalbe gelince dili tutulur. Hiç kimse rûhu göğsüne gelmiş iken konuşamaz.
“SEN ÖLÜYORSUN!..”
Rûh çekilip, son bağı kopacağı zamân, iblis ve yardımcıları o kimseye musallat olur ve;
“Ey filân! Sen ölüyorsun. Biz, bu hâlde seni geçtik. Sen Yahûdî dîninde olarak öl. Sen Nasrânî, Hıristiyan olarak öl!” diyerek, her milletin dinlerini ona söylerler. O zamânda, Cenâbı Hakkın şaşırmasını dilediği kimse şaşırır. İşte bu;
(Ey bizim Rabbimiz! Dünyâda iken bize îmân verdiğin gibi, ölürken de kalblerimizi şaşırtma) meâlindeki Âl-i İmrân sûresinin 8. âyet-i kerîmesinin haber verdiği hâldir.
İnsanların ölümleri farklı farklıdır. Bazısı ayakta namâz kılarken vefât eder. Bazısı uykuda, bazısı bir şeyle meşgûl iken, bazısı cephede vurularak, bazısı harâm işlerken, kimisi de içki içerken ansızın vefât eder.
Netice olarak, insân ölünce, dünyâ hayâtı biter ve âhiret hayâtı başlar. Âhiret hayâtı da; tekrâr dirilinceye kadar Kabir hayâtı, sonra Kıyâmet hayâtı ve bundan sonra da Cennet ve Cehennem hayâtı olmak üzere üç kısımdır. Bu üçüncü kısım yani Cennet ve Cehennem hayâtı sonsuzdur. Cennet îmânın, Cehenneme ise inkârın karşılığıdır.