Hasan Sezai Efendi, Edirne’de medfun olan bir velidir.
Bir gün “bir genç” gelir.
Nasihat ister bu veliden.
Mübarek zat o gence;
“Evlât! Bugün insanlar, yalnız zahirlerini süslüyorlar. Sen öyle yapma! Cenâb-ı Hakk kullarının mal ve mevkilerine değil, kalplerine bakar” buyurur.
? ? ?
Bir gün de bir grup genç, sepetlerini “yiyecek” ve “içkiyle” doldurup kıra gidiyorlardı ki Hasan Sezai Efendi, onları görüp sordu:
“Evlâtlar, nereye böyle?”
“Kıra gidiyoruz Efendi baba.”
“Şişelerinizde ne var?”
“Şerbet var.”
Büyük veli;
“Pekâlâ, öyle olsun!” buyurdu.
Gençler yollarına devam ettiler.
Biraz uzaklaşınca muzipçe gülüşüp “Nasıl da aldattık ihtiyarı” dediler.
Nihayet kıra vardılar.
Ve çimenlere yayıldılar.
Ancak şişeleri açınca hayretten donup kaldılar…
Zira şişelerde “şarap” değil, “şerbet” vardı gerçekten.
Bu, hidayetine sebep oldu gençlerin.
O gün tövbe ettiler.
Ve bu zata “talebe olmakla” şereflendiler.
? ? ?
Bu zat sohbetlerinde sık sık;
“İyi Müslüman; önce dinini öğrenir, doğru anlar, öğrendiğiyle amel eder, bunları başkalarına da öğretmeye çalışır ve kimseyi incitmez” buyururdu.