Fikirli Sinan Efendi, hâlis “Allah dostu” bir zattı. Kendi fakirse de zengindi gönlü. Rabbinden isterdi her ihtiyacını.
Bir gün sevdikleriyle sohbet ediyordu ki “mağrur bir zengin” girdi içeri.
Bilmiyordu bu zatın büyüklüğünü. Alelâde “bir çoban” gözüyle bakıyordu ona.
Altın dolu “bir keseyi” uzatıp;
“Al şunu!” dedi kibirle.
Mübarek zat baktı.
Ve sordu bu kendini bilmeze.
“Nedir bu kesedeki?”
“Altın!” dedi, “al da kullan ihtiyacına.”
Ama tavrı küstahcaydı!
Büyük zat, elini keseye sürmeyip “Kaldır şu ‘çakıl taşlarını’ önümden!” dedi.
Mağrur zengin diklendi:
“Ne taşı be, altın bunlar, altın!”
O hiç cevap vermedi.
Ve sohbetine devam etti.
Adamsa uzanıp aldı o keseyi.
Bakınca donakaldı hayretten!
Zira kesenin içi “çakıl taşlarıyla” doluydu gerçekten.
Gözlerine inanamadı?!
Tekrar tekrar baktı.
Evet “çakıl taşları” vardı kesede.
Zenginde “gurur kibir” kalmamıştı.
Eğilip sarıldı ellerine.
“Hata ettim, affedin” dedi.
Ve “talebesi” olmakla şereflendi…
? ? ?
Bu zat, bir gün bazı sevdiklerine “Şu insan ne ahmaktır” dedi.
Sordular:
“Neden efendim?”
“Allah varken kuldan isteyen, ahmak değil de nedir?” dedi.