Âmir bin Füheyre (radıyallahü anh), müşriklerden Tufeyl bin Abdullah’ın çobanıydı. Çok yıllar bu müşriklere hizmet etti. Karşılığı sadece karın tokluğuydu.
Karınları toktu.
Ama ruhları açtı.
Nihayet beklenen “İslâm güneşi” doğdu. İslâm’la müşerref olanlar, onun manevi lezzetini tattılar ve bir daha bırakmadılar.
Bu aşka tutulanlardan biri de Âmir bin Füheyre idi.
Fakat köleydi.
Efendisi vardı.
İmanını açıklayamazdı. Zira efendisi izin vermezdi. Buna rağmen dinin emirlerini yerine getirmeye başladı.
Her şeyi göze aldı…
İşkencelere maruz kaldı.
Nihayet olan oldu.
Hazret-i Ebu Bekir geldi.
Onu satın alıp âzât etti.
O ara müşrikler iyice azıtmış ve Müslümanlara her türlü eza ve cefayı yapıyorlardı. Efendimiz ve Hazret-i Ebu Bekir Medine’ye hicret edeceklerdi.
Nihayet ilâhî izin geldi.
İki sadık dost yola çıktılar.
Sevr mağarasına geldiklerinde müşrikler her yerde onları arıyorlardı.
Onlar mağaradaydı.
Orada üç gün kaldılar.
Âmir bin Füheyre, sütlü koyunlarını mağaranın önüne getirir, Peygamber Efendimizin ve Hazret-i Ebu Bekir’in yiyecek ve içeceğini temin ederdi.
Böylece onlarla beraber hicret etme şerefine de kavuştu.