Mekkî Efendi bir gün bizim gariphâneye gelmişti. İhsan Uzungüngör âbimiz, “balık” aldı ve kızarttı.
Onu sofraya koyduk.
Ayrıca “peynir” de vardı. Mekkî Efendi hazretleri balıkla peyniri birlikte görünce; “Peyniri kaldırın” buyurdu.
Hemen kaldırdık.
Sebebini sormadık.
***
Mekkî Efendinin yanında çalıştığım zamanlar, hiç farkında olmadan konuşmalarım onun konuşmasına benziyormuş.
Ben farkında değilim.
Çevremdekiler söylüyorlardı.
Nitekim yukarıda bahsettiğim evde bir akşam arkadaşlarla oturmuş bir şeyler konuşuyorduk.
Hiç unutmuyorum.
Merhum Ali Taban;
“Abdüllatif, sen konuşurken Mekkî Efendi hazretlerini hatırlıyorum, çünkü aynen onun gibi konuşuyorsun” dedi.
Ben şaşırdım tabii.
Farkında değildim.
Yâni Onun gibi konuşmak için gayret sarf etmiyordum. Ama kendisini çok seviyordum. Mektûbât’ta okumuştum. İnsan kimi severse, zamanla ona benzermiş.
Bu, gayr-i ihtiyârî olurmuş. Hattâ bu benzeyiş, sadece hâl ve davranışlarda değil, fizîken de sevdiğine benzemeye başlarmış o kişi.
Ben de çok seviyordum.
Keşke yalnız konuşmada değil, her hususta benzeyebilseydim. Ama bu, mümkün değil. Biz neredee, onlar gibi olmak nerede. Onların bir kılı bile olamayız. Cenâb-ı Hak, şefâatine kavuştursun cümlemizi.