Kıraat âlimi Muhammed Dükkî

Helal yiyecekler kişiyi salih amellere yöneltir; şüpheli gıdalar insanın yolunu şa­şırmasına sebep olur; haram yiyecekler ise Allah ile kulu arasında perde olur.
Muhammed Dükkî hazretleri evliyanın büyüklerindendir. İran’da Dînever’de 240 (m. 854) doğ­du. İlk tahsilini burada yaptıktan sonra Bağ­dad’a gitti. Büyük velî İbnü’l-Cellâ hazretlerine talebe oldu. Cüneyd-i Bağ­dadî ile görüştü. Meşhur âlimlerden kıraat ve hadis okudu. 360 (m. 971)’de Bağdad’da vefat etti. Sohbetlerinde buyurdu ki:
Helal yiyecekler kişiyi salih amellere yöneltir; helal olup olma­dığı şüpheli gıdalar insanın yolunu şa­şırmasına sebep olur; haram yiyecekler ise Allah ile kulu arasında perde olur.
Sûfî afiyet ve huzur aramamalı, zahmet ve meşakkate katlanmayı öğrenmelidir. Hayatta keder ve sevinç birbirini takip eder. Fakat tasavvuf ehli belayı sevinç­le karşılamalı, kurtuluşunu acılarda ara­malıdır.
Allah’a yakın olma­nın alameti de onun dışında kalan her şeyden ilgiyi kesmektir. Allah’ın kelâmı gönüllere ışıklarını yayınca oradaki nefsani arzulan yok eder. Ârifler Allah ile ya­şadıklarından gerçek hayat onların ha­yatıdır. Rabbini bilen O’ndan ümit kes­mez, nefsini tanıyan yaptığı işle kibirlen­mez. Allah’ı bilen O’na sığınır, O’nu unu­tan ise yaratıklara sığınır.
Zikir ve zikrin tesiri, derin bir denizdir. Zikir, zikredenlerin kalblerinde hâsıl olan bir hâldir. Söylemesi, yazması, bildirmesi imkânsızdır.
Hak teâlâyı, bilen kimsenin dili söylemez olur. Kelime bulamaz ki, anlatabilsin. Şaşar kalır. Dünyadan ve insanlardan haberi olmaz. Zikrolunan, Allahü teâlâ olduğu gibi, zikreden de ancak Odur. Kendisini yine ancak kendisi zikredebilir. Mahlûkların, Onu zikretmek haddine mi düşmüştür? Ancak sıfat-ı ilâhiyyesi ile sıfatlanması için, yaratmış olduğu insana kendisini zikretmesini emretmiştir. Herkes, yaradılışındaki kâbiliyyeti kadar, o nihâyetsiz ve dalgalı denizden bir şey ile tesellî bulur.
(Allah) kelime-i celîlesini teşkile hizmet eden elif, lâm ve he harfleri, bu muazzam kelimenin işaret ettiği, hiçbir şeye benzemeyen zatı anlatmaya, alet ve vasıtadırlar. Bunları söylemek zikir değildir. Zikir, bu kelimenin neticesi, semeresi olan bir hâl ve keyfiyettir. Bu kelimeye zikir denmesi mecazdır. Hakiki mana ile değildir… Bunun gibi kelime-i tevhid de zikir değildir. Ancak söylemek ve mânası bakımından zikre alettir. Zikir, bu kelimenin ve bu ibarenin kalb ile tekrarından hâsıl olan bir hâldir. Bu hâlin husule gelmesi, bu kelime ve ibareye bağlıdır.

Comments are closed.