Ahmet Mekkî Efendi hazretleri, yüksek tevâzuundan müftülük makamına pek oturmazdı.
Sebebi sorulunca;
“Zekeriyya Efendi’nin oturduğu yere nasıl oturayım?” derdi. Meğer Zekeriyya Efendi, önceki müftü olup, ilim sahibi bir zât imiş.
Halbuki kendisi de büyük âlim idi. Ama yine de kendini bu makama lâyık görmezdi.
Ancak bir evrak imzalayacağı zaman masanın köşesine ilişir, diğer zamanlarda, kenardaki sandalyelerde otururdu.
Müftü koltuğu boş dururdu…
***
Ahmet Mekkî Efendi dünya malına ve mevkiine kıymet vermezdi. Kendisine İstanbul Müftülüğü teklif edildi.
Hem de ısrarlı olarak.
Ama kabul etmeyip;
“Ben hâlimden memnunum, o iş bana göre değil” der ve şu beyti Van şivesiyle sık sık söylerdi:
Mâl-ü mülke olma mağrur,
Deme var mı ben gibi.
Bir muhâlif yel eser,
Savurur harman gibi.
O vefât edince, yerine gelen genç müftünün ilk işi, Mekkî Efendinin “lâyık değilim” diye oturmadığı müftülük koltuğunu ve masasını âcilen değiştirmek oldu.
Döner koltuğa otururdu.
Sigarasını yakardı.
Ziyârete gelenlerle daha ziyâde “siyâsî” meseleler konuşurdu.
Dînî konuda suâl soran olunca da, hiçbir kitaba bakmadan “Bana göre şöyledir, bana göre böyledir” diyerek îzah etmeye çalışır, fakat dinleyenler bir şey anlamazdı.