Muhammed Kudbeddîn Efendi

Muhammed Kudbeddîn Efendi, Mekke-i mükerreme âlimlerindendir. 917 (m. 1511)’de Hindistan’da doğdu. İstanbul’a geldi. İlminin yüksekliği anlaşılarak, Kanunî Sultan Süleymân Hân, Mekke-i mükerremede inşâ ettirdiği “Medârîs-i Erba’a”nın birine bu zâtı tayin etti.  990 (m. 1582)’de Mekke-i mükerremede vefât etti. El-İ’lâm bi-a’lâmi beledillâh-il-harâm (Mekke târihi) isimli eserinde şöyle anlatır:

Habeşiştan Kralı Necâşi’nin Yemen’de Ebrehe adında bir vâlîsi vardı. San’ada bir kilise yaptırdı. “Burayı Arablar için hac yeri yapacağım ve artık Kâbe’ye kimseyi göndermeyeceğim” diyordu. Ebrehe’nin bu sözü Arablar arasında duyulup yayıldı. Buna kızan Arablardan biri, kilisenin içine girip def-i hâcetini yaparak kirletti. Yemen Vâlîsi Ebrehe, bundan dolayı çok kızıp, “Kâbe’yi yıkacağım”, diye yemîn etti ve askerlerini toplayıp yola çıktı… 
Ebrehe’nin bir fili vardı. Fili önlerine alıp Mekke’ye doğru yürüdüler. Fili Kâbe’ye doğru sürdüler, aslâ o tarafa yürümedi. Yönünü başka tarafa çevirdiklerinde, o tarafa koşarak gidiyordu… Sonunda bir yerde durmak mecbûriyyetinde kaldılar. Mekke çevresine adamlar gönderdiler. Bunlar Abdülmuttalib’in ikiyüz devesini yakalayıp getirdiler. Abdülmuttalib develerini istemek için Ebrehe’nin yanına geldi. Ebrehe onu uzaktan görünce heybetinden ürperdi. “Bu gelen kimdir?” diye sordu. “O, Mekke’nin büyüğü, reîsidir” dediler. Ebrehe onu karşılayıp, kendi minderi üzerine oturttu ve “Ne istiyorsun?” dedi. Abdülmuttalib “Senin süvârilerin benim develerimi tutup getirmişler. Onlara söyle de develerimi geri versinler” dedi. Ebrehe ona, “Ey Kureyş’in efendisi! Ben size izzet ve şeref kazandıran şu Kâbe’yi yıkmak için geldim. Sen ise ondan bahsetmiyorsun da, develerini istiyorsun” dedi. Abdülmuttalib şöyle cevâb verdi: 
“Ben develerin sâhibiyim, kendi malımı istiyorum. Kâbe’nin sâhibi vardır. O herkese karşı gâlib gelir ve Kâbe’yi korur…” Sonra Abdülmuttalibe develerini verdiler, geri döndü… 
O sırada gökyüzünde ansızın sürü hâlinde kuşlar gördü. O zamâna kadar öyle kuşlar hiç görmemişti. Kuşlardan her birinin gagasında ve iki ayağında mercimekten büyük, nohuttan küçük taşlar vardı. Her taşın üzerinde bir kâfirin ismi yazılı idi. Kuşların bıraktığı taş, başına isâbet eden askerin altından çıkıyor ve o asker hemen ölüyordu. Ebrehe’nin ordusu kaçmaya başladı. Kuşlar takip edip, taş bırakarak hepsini öldürdüler. Ebrehe de çok perîşân bir hâlde öldü…

Comments are closed.