Mustafa Bekrî hazretleri, Mısır’da yaşamış büyük velîlerdendir. Soyu hazret-i Ebû Bekr’e ulaşır. 1688 (H.1099) senesinde Kudüs’te doğdu. 1749 (H.1162) senesinde Kâhire’de vefât etti. Karâfe-i kübrâ denilen yere defnedildi. Vefatından kısa bir zaman önce buyurdu ki:
Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, bütün insanların ve cinnîlerin Peygamberidir. Her asırda yaşayan her milletin Ona uyması vâcibdir. Her mü’minin, ömründe bir kerre, salevât getirmek farzdır. Her söyleyince, işitince, okuyunca, yazınca, bir kerre getirmek vâcib, tekrâr edildiklerinde müstehâbdır. Bir kimse, her işinde, Resûlullahın dînini kabûl etmezse mü’min olmaz. Onu, kendi cânından çok sevmezse, îmânı tamâm olmaz…
Bir kimse, Rahmeten-lil-âlemîni rü’yâda görse, muhakkak Onu görmüştür. Çünkü, şeytân Onun şekline giremez.
Server-i âlem, bizim bilmediğimiz bir hayât ile, şimdi hayâttadır. Cesed-i şerîfi aslâ çürümez. Kabrinde bir melek durup, ümmetinin söyledikleri salevâtları kendisine haber verir. Minberi ile kabr-i şerîfi arasına (Ravda-i mutahhera) denir. Burası Cennet bağçelerindendir.
Güzel huyların hepsi Resûlullahta toplanmıştı. Güzel huyları, Allahü teâlâ tarafından verilmiş olup, çalışarak, sonradan kazanmış değil idi. Bir Müslümânın ismini söyleyerek, hiçbir zamân la’net etmemiş ve aslâ mübârek eli ile kimseyi döğmemiştir… Akrabâsına, Eshâbına ve hizmetçilerine tevâzu ederek, iyi muâmele eylerdi. Ev içinde çok yumuşak ve güler yüzlü idi. Hastaları ziyârete gider, cenâzelerde bulunurdu. Eshâbının işlerine yardım eder, çocuklarını kucağına alırdı. Fakat, kalbi bunlarla meşgûl değildi. Mübârek rûhu melekler âleminde idi.
İNSANLARIN EN CÖMERDİ
Fahr-i âlem efendimiz, insanların en cömerdi idi. Bir şey istenip de, yok dediği görülmemiştir. İstenilen şey varsa verir, yoksa, cevâb vermezdi. O kadar iyilikleri, o kadar ihsânları vardı ki, Rum imparatorları, Îrân şâhları, o kadar ihsân yapamazlardı. Fakat kendisi sıkıntı ile yaşamayı severdi. Öyle bir hayât yaşıyordu ki, yemek ve içmek hâtırına bile gelmezdi. Yemek getirin yiyelim veyâ falanca yemeği pişiriniz demezdi. Yemek getirirlerse yer, her ne meyve verseler kabûl ederdi… Herkesin hediyyesini kabûl ederdi. Hediyye getirene karşılık olarak, kat kat fazlasını verirdi…