Ömer bin Abdülazîz hazretleri ölüm hastası iken yakınları tabip çağırdılar.
Az sonra tabip geldi.
Halîfeyi muayene edince;
– Çok zehir içmiş. Hayatı husûsunda temînat veremem, dedi.
O sırada ağlamaya başladı Halîfe.
Yakın akrabaları;
– Niçin ağlıyorsun. Bir mücâhid olarak Rabbine varıyorsun. Allah’ın izniyle sünneti ihyâ ettin, bid’atleri ortadan kaldırdın, dediler.
Halîfe onlara bakıp;
– Az sonra Rabbimin huzuruna çıkacağım. Bu milletin hesabı hep bana sorulacak. Bu hesabın altından nasıl kalkacağım. Bunu düşünerek ağlıyorum, dedi.
Sonra da;
– Beni oturtun! buyurdu.
Yavaşça oturttular yatağında.
Oradakilere bakıp;
– Hakîkî mâbud ancak Allahü teâlâ’dır. İbâdet olunmaya sırf O’nun hakkı vardır, buyurdu.
Sonra gökyüzüne çevirdi başını.
Ve sevinç gözyaşları doldu gözlerine.
Birilerini gördüğü belliydi.
Nitekim sevinçli olarak;
– Şu anda öyle kişileri görüyorum ki, onlar ne cindirler ne de insan buyurdu.
Kelime-i şehâdet’i söyledi.
Ve rûhunu teslim edip Rabbine kavuştu.
***
Bir gün bâzı gençlere;
– İnsan bu dünyada ne için yaşar? diye sordu.
– Bilmiyoruz efendim, dediler.
Onlara sevgiyle bakıp;
– Müslüman, sadece Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalışır, dedi.
Ve ardından;
– Mü’minin tek gâyesi, Rabbinin rızâsını ve sevgisini kazanmaktır, buyurdu.