Onu da verseydin ya

1950’lerde traktör tarımda o senelerde kullanılmaya başlandı. Köylü at arabası yerine motor gücüyle yürüyen traktöre kavuşmuştu. Tarlasını bir günde sürdüğü gibi; konu komşuyu ilçe pazarına taşımanın keyfini yaşıyordu. Daha TOKİ bilinmiyordu. İnşaat kooperatifleri de yoktu. İnşaat yapmaya meraklı olanlar müteahhit olarak ev ve daireler yaparlar ve satarlardı. Bu müteahhitlerin eli kolu olan inşaat çavuşları vardı. Her işe çavuşlar koşardı. Zaten onlar şantiyede yatar kalkarlardı. Onun emirleri, müteahhidin emri bilinirdi. İnşaata kum gelir onun imzası alınır. Demir gelir, kereste gelir. Her şeyin muhatabı odur. Böyle inşaat çavuşlarından birisi, bir gün, yazıhanede müteahhidin masasına kurulup eline kağıdı kalemi alıp; bir şeyler yazmaya başlar. Çok çeşitli rakamları alt alta sırlar. O sırada müteahhit de gelmiş, onun bu sıkı büro çalışmasını yavaşça ve görünmeden seyrediyor. Çavuş bir ara yüksek sesle “yahu nerdeyse 10.000 lira masraf ettim yine bir evi bitiremedim. Pencere camları yine eksik kaldı der ve elindeki kalemi masaya çarpar.” Kurşun kalem kırılır. Patron ortaya çıkar. Bakar ki çavuş kendi için bir inşaat yapma hesaplarında. Ona der ki “oğlum nasıl olsa bu hesabın bir ölçüsü, aslı yoktu. Bir beş yüz lira daha eklesen de ev tamamlansaydı. Sen de üzülmezdin. Olan benim kalemime oldu” der. Son seçimler öncesi bazı partililer neler vaat etti neler. Mazotun litresi bir buçuk lira, elektrik borçları sıfırlanacak, Her hanıma 600 lira vs. vs. Şimdi kalkmışlar, Stockholm Sendromu ifadeleriyle seçmenin bir bölümünü suçluyorlar. Bu kadar uçarı vaatleri yapmışken, biraz daha versen ne olurdu. Mesela, herkese bir araba, dayalı döşeli bir ev, üniversitelerin kapısı her öğrenciye ardına kadar açık vs. gibi vaatler de yapsalardı da, 25 milyon insanı soyguncuya aşık bir rehine olmakla suçlamasalardı. Bu kadar insanın iftira vebaline de girmezlerdi. Zannederim böylesi çok daha medeni olurdu.

Comments are closed.