İslam büyükleri, ilimleri arttıkça kendilerini eksik, noksan görürler. Onlar, kişinin çoğu zaman âciz olduğunu bilirler. Bunun için, insanların, ilmi sebebiyle kendisine gösterilen alâka ve ders halkasının büyümesi, kendileri hakkında “O, ilmiyle âmil bir adamdır” veya “Bu memleketin en büyük âlimi odur” gibi sözlerin söylenmesi onları sevindirmez; aksine üzerdi.
Aliyyül-Havvâs buyurdu ki: “Bir âlimin meth-ü senâ edilmesini veya iyi kimse olarak anılmasını arzu etmesi, kendisini kötüleyenin sözlerini işittiği zaman üzülmesi; ilmiyle âmil olmayışının alâmetidir.”
Süfyân-ı Sevrî buyurdu ki: “İkiyüz yılından sonra bid’atler yayılacak. Bu bid’atlerin şerrinden Allah’a sığınınız! İyi biliniz ki, bir kimsenin ‘günahkâr’ bir kul sıfatiyle Cehenneme girmesi, Allahü teâlânın dininde yenilik, reform çıkartan bir bid’atçı olarak cehenneme girmesinden çok hafiftir! Kezâ ilmi ve ameli ile riyakârlık yaptığı halde ‘yakınlık’ kazanmak isteyen bir kul olarak Cehenneme girmesinden de hafiftir!”
Abdullah bin Mübârek de buyurdu ki: “Bir kimsenin, aşikâr olan günahları sebebiyle Cehenneme girmesi, başkalarına gösteriş ve işittirme arzusu gibi gizli günahlar sebebiyle Cehenneme girmesinden daha hafiftir!”
Süfyan-ı Sevrî de buyurdu ki: “Vallahi ben, kıyamet gününde ‘Fâsık din adamları nerede?’ diye çağırıldığı zaman, ‘İşte bu da onlardandır’ denilmesinden korkuyorum!”
Yusuf bin Esbât anlatır: “Süfyan-ı Sevrî vefat ettiği zaman insanlar, dini dünyaya alet eden din adamlarına hitaben: “Süfyan vefat etti, artık dini dünya geçimine âlet ve vasıta yapabilirsiniz!” dediler. Onların böyle söylemesine sebep, Süfyan’ın onların yanlışlıklarını ortaya çıkartıp, onları ağır bir şekilde tenkide tâbi tutmuş olmasından idi.”
Hadîs-i şerifte buyuruldu ki: “Ümmetim üzerine öyle zamanlar gelecek ki, bir adamın ismini duymanız kendisi ile karşılaşmaktan hayırlı olacak. Onunla karşılaşmanız da, onu tecrübe etmenizden hayırlı olacak! Zira onu tecrübe etmiş olsanız, kendisini sevmeyecek ve âmeline buğzedeceksiniz.”