Peygamberimiz, kendisini bir muallim olarak tanıtmaktadır

Bilindiği gibi, Fahr-i kâinât Efendimiz doğmadan önce, bütün âlem, ma’nevî yönden müthiş bir zulmet (karanlık) içinde idi. İnsanlar hadsiz-hudûdsuz derecede azgınlaşmışlar, Allahü teâlânın gönderdiği dînler unutulmuş, İlâhî hükümlerin yerini, insan kafasından çıkan fikirler, düşünceler almıştı. Sâdece insanlar değil, bütün mahlûklar, zâlim insanların vahşet ve zulmünden iyice bunalmıştı. Zulüm son haddine varmış, ahlâksızlık, iftihâr vesîlesi sayılıyordu. Netîce i’tibâriyle o zamanın insanları arasında şefkat, merhamet, iyilik ve adâlet gibi güzel hasletler yok olmuş gibiydi…

“CÂHİLİYE DÖNEMİ”
Peygamberimizin Peygamberliği kendisine bildirilmeden önceki zamana “Câhiliye Dönemi” denilmektedir. Peygamberimiz, böyle bir durumdan “Asr-ı Seâdet” meydâna getirmiştir. Bu durumun ciddî bir şekilde incelenip bundan istifâde edilmesi gerekir. Sevgili Peygamberimizin, 150 bin mübârek insan, güzîde sahâbe, “hayırlı bir ümmet” meydâna getirmesi, onların da yarım asır gibi çok kısa bir zaman zarfında, gâyet mahdûd imkânlarla, zamanının en büyük [Sâsânî ve Bizans] imparatorluklarını yıkıp Endülüs’ten Çin’e kadar olan geniş coğrafî bölgeleri fethederek oralara ilim, irfân, ahlâk, fazîlet, medeniyet, adâlet, nûr ve hidâyet götürmeleri, ciddiyetle incelenmesi gereken bir konudur.
Dünyâ târihinin çok önemli dönüm noktalarından, kilometre taşlarından biri, “İki Cihân Güneşi Hazret-i Muhammed (Aleyhisselâm)”ın dünyâyı teşrîfleridir. Yüce Allah, Muhammed aleyhisselâmı, son peygamber olarak bütün insanlara ve cinnîlere göndermiştir…
Sevgili Peygamberimiz, dünkü makâlemizde de belirttiğimiz gibi önce gizli, sonra alenî olan da’vetlerinden sonra, nerede bir kimse veya bir topluluk görse, onlara İslâm’ı anlatırdı. Böylece hakîkî kurtuluşun, Allahü teâlâya îmân etmekle ve nefse uymaktan, zulümden, haksızlıktan ve her türlü kötü işlerden uzaklaşmakla mümkün olacağını bildirirdi.
İslâmiyeti bildirmek için, hicretin altıncı-yedinci senelerinde Rûm, Îrân ve Habeş hükümdârlarına ve diğer Arap meliklerine, pâdişâhlarına mektuplar gönderdi. Hizmetine altmıştan ziyâde yabancı elçi gelmiştir.
Tabîî ki, nefislerinin isteklerine, şehvetlerine uyanlar, zayıfları ezenler ve azgınlıkta aşırı gidenler buna şiddetle karşı çıktılar. Bütün bu bozuk işlerine son verileceğini görerek, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerini inkâr ettiler. O’na ve inananlara düşmân oldular.
Bilindiği gibi her asırda bu tip insanlar bulunmuştur. Ama hakkı hak olarak görüp hakka uymak, bâtılı bâtıl olarak görüp bâtıldan kaçmak, düşünülebilecek seâdetlerin en önemlisidir…

DÜNYA VE ÂHİRET SEÂDETİ…
İslâmiyet, insanların rûhî ve maddî refâhını en mükemmel şekilde te’mîn edecek prensipler getirmiştir. İnsan hak ve vazîfelerini en geniş şekilde düzenlemiştir.
İslâmiyet; ilme, fenne, tekniğe, endüstriye, lâyık olduğu üzere ehemmiyet verir. Zirâat, ticâret ve san’atı da kat’î olarak emreder. İnsanların yardımlaşmalarını, birbirlerine hizmet etmelerini ehemmiyetle istemektedir. Kendi idâresi altında bulunan insanların, evlâdın, âilenin ve milletlerin haklarını ve idârelerini öğretmekte; dirilere, geçmişlere, geleceklere karşı birtakım hak ve mes’ûliyetler yüklemektedir. Seâdet-i dâreyni ya’ni dünyâ ve âhiret seâdetini kendinde toplamıştır.
Allahü teâlâ’nın feyizleri, ni’metleri, ihsânları ya’nî iyilikleri her ân, insanların iyisine de, kötüsüne de, herkese gelmektedir. O, herkese mâl, evlâd, rızık, hidâyet, rüşd, selâmet ve daha nice iyiliği fark gözetmeksizin göndermektedir. Fark, bunları kabûlde, alabilmekte ve bazılarının da alamaması sûretiyle insanlardadır.
Burada, Sevgili Peygamberimizin birkaç hadîs-i şerîfini nakletmek uygun düşecektir:
“Ben bir muallim olarak gönderildim.” (İbn-i Mâce)
“Ben güzel ahlâkı tamâmlamak için gönderildim.”
“Ben sizin için bir baba gibiyim; bilmediklerinizi öğretiyor, sizi terbiye ediyorum.” (Ebû Dâvûd, Nesâî)

Comments are closed.