Peygamber Efendimiz‘in (sallallahü aleyhi ve sellem) mübarek vücudu, “çiçek”ten daha güzel kokardı.
Birinin elini tutsa, o el günlerce “güzel” kokardı.
Bir yerden geçse, “güzel kokusu” mahalleyi sarardı.
***
Bir gün, Enes bin Mâlik’in hanesine geldi.
Orada yattılar.
Biraz uyudular.
Terlemişlerdi.
Enes hazretlerinin annesi Hazret-i Rümeysâ (radıyallahü anha) o terleri, bir çöp ile alıp, küçük bir şişeye koyuyordu ki, uyandılar.
***
Kendisine;
“Ne yapıyorsun yâ Rümeysâ?” diye sordular.
Cevap verdi ki:
“Mübarek terinizden alıyordum yâ Resulallah.”
“Ne yapacaksın onları?”
“Esans olarak kullanacağız” dedi.
Efendimiz memnun oldu.
Ve tebessüm buyurdular.
***
Bir gün de “doksan bin dirhem” kıymetinde, bir torba dolusu “altın” getirdiler Efendimiz’e.
O altınları aldılar.
Eshaba dağıttılar.
***
O esnada biri daha gelip altın istedi.
Altın kalmamıştı.
Ama Efendimiz hiç kimseye “yok” demezdi.
Ona da demediler.
O gelene dönüp;
“Her neye ihtiyacın varsa, git nâmıma çarşıdan satın al. Ben sonra öderim” buyurdular