(Dünden devam)
Resûl-i Ekrem Efendimiz izin verince, hazret-i Ebû Bekr mağara içine girdi. Bir sürü delik gördü. Gömleğini çıkardı.
Parçalara ayırdı.
O parçalarla deliklerin hepsini tıkadı.
Biri açık kaldı.
Ona parça yetişmedi.
O deliğe de ayağının tabanını koyup Resûlullah Efendimize;
“Saâdet ile içeri buyurun!” diye seslendi.
Efendimiz içeri girdiler.
Gece orada kaldılar.
Sabah oldu.
Hazret-i Ebû Bekr’in gömleğini arkasında göremeyince, sebebini sordular.
Hazret-i Ebû Bekr;
“Yâ Resûlallah! Gömleğimi yırtıp, akrep ve yılanların deliklerini tıkadım” diye arz etti.
Resûl-i ekrem;
“Allahım! Ebû Bekr’i, kıyâmet günü, benim derecemde, benimle berâber bulundur!” diye duâ buyurdu.
Ama çok yorgundu.
Mübarek başını Hazret-i Ebû Bekr’in dizine koyup uyudu.
O ara bir şey oldu.
Delikteki yılan, hazret-i Ebû Bekr‘in “radıyallahü anh” mübarek ayağını birkaç defa ısırdı.
Acısından gözünden yaş aktı.
Resûlullahın yüzüne damladı.
Efendimiz uyandı.
Sebebini sorunca;
“Yâ Resûlallah! Delikteki yılan, birkaç defa tabanımı soktu. Zât-ı şerîfinize bir elem verir diye ayağımı çekmedim” diye arz eyledi. (Devamı yarın)