Her şey küçük doğar ve büyür. İnsanlar hayvanlar yıldan yıla gelişir, incecik fidanlar kocaman ağaç olurlar.
Belâlar ise tam tersidir. İlk geldiğinde acısı büyüktür, zamanla küçülür, unutulurlar. Bunun içindir ki musibete büyükken sabredenin, mükâfatı da büyük olur…
Geçtiğimiz günlerde rahmet-i rahmana gönderdiğimiz Enver Abimiz müstesna bir kişiliğe sahipti. Zarifti, neşeliydi, hatırnazdı, dindardı. Onu tanıyanlar için ayrılık kolay değil ama biz kadere inanan insanlarız. Tahammüle çalışmalıyız.
“Bu da geçer, zamanla hafifler” diye teselli buluyorduk, fakat üzüntümüz eksilmedi, aksine arttı. Maziye daldıkça hüzünleniyor, gözyaşlarımıza mani olamıyoruz.
Ayrılık dayanılacak gibi değil, hasret dineceğe benzemiyor. Belki onlara kavuşmakla biter…
Enver Abi ile çok hatıralarımız vardı. Almanya’daki arkadaşları ziyarete gittiklerinde bizi de yanlarına alırlardı. Bazen kabir ziyaretlerini birlikte yapardık.
Bir defasında mübarek Hocamıza da okumuştuk. Hanımannenin vefatından sonra kabrin ön tarafı dolmuştu. Arka tarafta ise bir boşluk vardı. Enver Abi “yakında arkası da dolar” buyurdular.
“İnşallah biz o günü görmeyiz” demiştim, fakat…
BİZE ÖLÜMÜ ANLATTILAR
Enver Abi son zamanlarda yaptığı sohbetlerde ekseri ölümden bahsediyorlardı. Büyüklerin hâli böyledir. Zaman uzayınca dostlara kavuşma arzusu daha da artar.
Mübarek Hocamız buyurmuşlardı ki:
Bir gece kitaplarla meşgulüm, saat gecenin bir buçuğu olmuş, farkına bile varmamışım. Birden kapı açıldı, baktım Hanımanneniz. Bana “saatten haberin var mı?” dedi. “Ne olur biraz dinlen. Böyle yaparsan ölürsün ama!..”
Kalbi kırılmasın diye çalışmayı bıraktım. İçimden “keşke ölsem” dedim. Çünkü Efendi Hazretleri ile ayrılığımızın üzerinden uzun yıllar geçmişti. Hasret dayanılmaz bir hâl almıştı son zamanlarda…
Elbette mübarek Hocamızın geceli gündüzlü çalışmaları, yorulmaları bize ve kıyamete kadar gelecek insanlara büyük nimet olmuştur. Rabbim mükâfatlarını ihsan eylesin.
Ebu Bekr-i Sıddık (radıyallahü anh) 63 yaşında idi. Sordu;
-Bugün günlerden ne?
-Pazartesi.
-Eğer bugün ölürsem akşama bekletmeyin. Akşam ölürsem sabaha bekletmeyin. Zira gece ve gündüzlerin en hayırlısı Resûlullaha (sallallahü aleyhi ve sellem) çabuk kavuşturandır…
Sadi-i Şirazi buyuruyor ki: “Sen dünyaya geldiğinde ağlıyordun, etrafındakiler gülüyorlardı. Öyle bir hayat yaşa ki ölünce sen gül, onlar ağlasın…”
Şüphesiz Enver Abimiz de her bebek gibi doğduğunda ağlamıştı. Öyle bir hayat yaşadı, öyle eserler bıraktı ki, sevenleri gözyaşlarını tutamadı. O aramızdan gülerek ayrıldı…
Rivayet olunur ki sekerat-ı mevt halinde insana gideceği yer gösterilir, sonra ruhu kabzedilir. Nasipliler rahatlar, ferahlar, ruhlarını tebessümle teslim ederler.
Cenneti gören, nimetlere ihsanlara kavuşan biri nasıl sevinmesin. Ki bu saadet dünyadakiler gibi geçici de değildir, ebedidir.
Bazıları da son nefeste morarır, daralır. Sıkıntılı oldukları her hâllerinden bellidir. Son pişmanlık fayda vermez, üzülmesin de ne yapsınlar?
MÜBAREK OLSUN
Şüphesiz Enver Abi için günlerin en güzeli ve hayırlısı mübarek Hocamıza kavuştuğu gündü.
Enver Abinin bizden istediği şeyler belli. Ömürleri hep Allahü teâlânın varlığını ve birliğini, yüzü suyu hürmetine kâinatın yaratıldığı Server-i kâinatı anlatmakla geçti. Ben şahidim ki o, Sahabe-i kiram efendilerimizi ve Ehl-i beyti çok severdi. Biz de onun gibi Ehl-i sünnet itikadına hizmeti gaye edinirsek ruhları şâd olur, kıyamet günü şefaatlerine kavuşuruz.
Büyüklerin sevmediği hoşlanmadığı şeyleri de biliyoruz. Yalan gibi, kalp kırmak gibi, dedikodu gibi… Yaparsak sonumuz felaket olur, onları da üzeriz.
Şairin biri “Sevgilimle beraber olmayı çok istiyorum ama” demiş, “o ayrı kalmaktan hoşlanıyor. Kendi arzumu onun arzusuna feda ediyorum. Yeter ki memnun ola!”
Biz de Enver Abiyle geçirdiğimiz günlerin devamını istiyorduk. Enver Abi ise büyüklerin hasreti ile yanıyordu.
Ne denilebilir ki?
“Mübarek olsun”dan başka!..
Rabbimiz, Enver Abimize ve sevdiklerine mağfiret; bizlere de sabr-ı cemîl ihsân eylesin…