Sana bir şey desem kızar mısın?

On yaşlarında iken ikinci üvey analığımın emriyle gece yarılarında ıssız ve tehlikeli yollardan Keban’a domates, yumurta gibi ürün götürüp satar, parasını da kuruş eksiltmeden analığımın eline sayardım.
Bu arada dünyaya gelen üvey kardeşlerim, evde el bebek gül bebek büyürlerken “benim de annem olaydı da beni de bir kerecik öpüp koklayaydı” diye onlara bakardım… Ama hiçbirine karşı en ufak bir kıskançlığım olmamıştır.
Bir gün kardeşlerimden duydum. Babamlar Erzincan’dan Adana’ya taşınıyorlarmış. “Giderlerken beni köyde bırakırlarsa” diye çok korktum ama beni de götürdüler… Hatta babam geç de olsa beni Adana’da okula yazdırdı. O zaman nasıl sevindim anlatamam.
Aradan bir sene bile geçmedi ki babam tekrar okuldan aldı… Okuma hevesim ilk senesinde yarım kalmıştı. Hatta öğretmenim bile gelip yalvarmıştı babama:
“Bu çocuk çok zeki, bırakın okusun!” diye…
Ama analığım kararını vermişti bir kere…
“Kardeşleri okusun yeter. O büyük, çalışıp eve ekmek getirsin… “
Ve kardeşlerim başlarında anaları olduğu için okula giderken, ben anam olmadığı için o eve çalışıp para getirmekle görevlendirildim.
O yıllarda tren istasyon ve raylarında trenlerden dökülen kömür parçalarını toplar getirip sobada yakacak olarak kullanırdık. Sabah namazı yollardı analığım kömür toplamaya. Karanlıkta tren raylarının arasında tren gelir mi gelmez mi korkusu içinde el yordamıyla kömür toplardım…
Sabah karnımı doyurur doyurmaz da simit satmaya çıkardım. Su satardım. Bildiğiniz işporta adına ne varsa hepsinde çalıştım…
Akşam eve geldiğimde ben kir pas içinde yorgun argın bir kenarda sığıntı gibi kalırken, kardeşlerimin ertesi gün okul harçlıklarını benim kazancımdan almaları çocuk gönlümü yaralardı. Ben ise yarını belirsiz bir şekilde bu evde hizmetkârdan başka bir değeri olmayan varlıktım.
Yaşım on ikiyi geçiyordu… Bir gün yine tren yolunda kömür toplamaya giderken sabahın erken saatinde, elinde bir çanta ile yolda yürüyen bir adam gördüm. Sünnetçilerin elinde böyle çantalar olurdu.  Aklıma geldi. Beni çocukken sünnet ettiren olmamıştı. Koştum arkasından seslendim:
-Amca bakar mısın? Sen sünnetçi misin?
– Evet. Niye sordun?
Boynumu büküp mahcup bir şekilde sordum:
-Amca bir şey desem kızar mısın?
-Kızmam söyle?
-Amca ben öksüzüm… Analığım ise sabahtan akşama kadar çalıştırıyor. Beni kimse sünnet ettirmedi… Beni sünnet eder misin amca?
Amca şaşırmıştı.
-Oğlum nasıl yani? Seni ben nasıl sünnet edeyim ki?
-Kimse görmez amca, şu tren alt geçidinin altında sünnet et ne olur?
-Ama oğlum?
-Korkmam amca. Hiç de ağlamam. Yalvarırım beni bırakma… 
Devamı yarın

Comments are closed.