(Dünden devam)
Hazret-i Sâre’nin gayreti/kıskançlığı arttı ve Hazret-i İbrahim’e “Hacer’le İsmail’i al, başka yere götür ve hiçbir şey konuşmadan geri gel” dedi.
Allahü teâlâ da:
“Sâre’nin isteğini yap!” buyurdu.
***
O da bu ikisini alıp Şam’dan ayrıldı. Susuz ve ıssız bir yer olan Mekke’ye götürdü.
Onları oraya bıraktı.
Konuşmadan geri döndü.
***
Hazret-i İsmail iki yaşındaydı…
Aradan yıllar geçti. Hazret-i İsmail yedi yaşına girdi.
Çok da sevimliydi.
Onu çok seviyor, görmeden duramıyordu.
***
Yine bir gün görmeye geldi. Ve bir gece rüya gördü. Rüyada kendisine “Allahü teâlâ, oğlun İsmail’i kurban etmeni emrediyor” denildi.
Uykudan uyandı.
Nezrini hatırladı.
***
Zira O, bir gün “Allahü teâlâ bana bir oğul verirse Allah için kurban edeceğim” diye nezretmişti.
Kendi kendine:
“Acaba bu rüya rahmâni mi, yoksa şeytani mi?” diye düşündü.
***
Zilhiccenin sekiziydi.
Bugüne terviye denildi.
İkinci gece oldu.
Aynı rüyayı yine gördü. “Galiba rahmâni” dedi. Bugüne de arefe denildi.
***
Üçüncü gece de aynı rüyayı gördü. Hiç şüphesi kalmadı. Zilhiccenin onuncu günüydü. Bugüne de nahr denildi. (Devamı yarın)