Zaman-ı saadette on yaşındaki Abdullah, babası bir harpte şehit olunca yetim kalmıştı. Gülmüyor, oynamıyor; oynayan çocuklara bakıp içli içli ağlıyordu!
***
Efendimiz onu gördü; haline acıdı ve yanına yaklaşıp “Evladım sen niçin oynamıyorsun bakayım?” diye sordu.
***
Abdullah, başı yerde olarak “Benim babam yok ki” dedi.
“Kardeşlerin var mı?”
“Kardeşlerim de yok!”
***
Bunun üzerine Efendimiz de ağladılar ve yetimin başını şefkatle okşayıp “Sen Hasan ve Hüseyin’e kardeş olmak ister misin?” diye sordular.
Abdullah’ın gözleri parladı!
Başını kaldırıp baktı.
Ve şaşırıp kaldı.
Zira Efendimizdi bunu soran.
***
Sevinçle “İsterim yâ Resulallah!” dedi.
Tekrar sordular:
“Benim torunum olur musun?”
“Evet, hem de çok isterim.”
“Öyleyse sen benim torunumsun, haydi tut elimden bize gidelim!” buyurdu.
***
Birlikte eve geldiler. Abdullah mutluydu, yetimliğini unutmuştu. Hane-i saadette yemeğini yedi, güzel bir elbise giydi ve koşarak geldi oyun yerine.
***
Sevinçten yerinde duramıyor “Ben, Peygamberimizin torunuyum!” diyerek neşeyle hopluyordu.
Öbürleri baktılar.
Ona gıpta edip:
“Ah! Keşke biz de yetim olsaydık da senin kavuştuğun şerefe biz de kavuşsaydık!” diyorlardı.