Seninle kırk olduk…

Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” îmâna gelince; “Yâ Resûlallah! Kardeşlerimiz kaç kişidir?” diye sordu. Efendimiz; “Seninle kırk olduk” buyurdular.
Memnun oldu.
Ve Efendimize;
“Yâ Resûlallah! Kâfirler, müşrikler Lât ve Uzzâ putlarına âşikâre ibâdet ederken, biz on sekiz bin âlemin Rabbine niçin gizli ibâdet ediyoruz?” dedi.
Bununla yetinmedi.
Ve şöyle arz etti: “Yâ Resûlallah! İzin ver bu evden çıkalım, kelime-i tevhîdi açıkça haykıralım. Rabbimize âşikâre ibâdet yapalım, kimden çekiniyoruz?”
Efendimiz;
“Olur” buyurdu.
Şimdi hep birlikte o evden çıkıp Kâbe-i şerîfe gidilecek, orada müşriklerin gözü önünde saf tutup namâza durulacaktı.
Kırk kişiydiler.
Sevinçliydiler.
Evden çıkıldı. Efendimizin sağında Hazret-i Hamza, önünde hazret-i Alî, Onun önünde hazret-i Ömer ve arkada diğer sahâbîler. Ayaklarını pekçe ve kuvvetle yere vurarak heybetle yürüyor ve geçtikleri yerlerden toz bulutu yükseliyordu.
Peki ya müşrikler?
Onlar haber bekliyordu.
Şöyle ki, Ömer bin Hattâb bir gün önce Ebû Cehil’in kışkırtmasıyla galeyâna gelmiş ve Resûlullahı öldürmek için yalın kılıç ve pür hiddet yollara düşmüştü.
Ümitliydiler.
Sevinçliydiler.
Zîra her an için; “Ömer, Resûlullahı öldürmüş” haberini bekliyorlardı ki, uzaktan bir “toz bulutu” gördüler o ara. Biri sevinçle bağırdı:
“İşte o geliyor!”
“Kim geliyor?”
“Ömer geliyor!”
Az sonra eşkaller iyice belirdi. Evet, gerçekten de gelen Ömer bin Hattâb idi “radıyallahü anh”… (Devamı yarın)

Comments are closed.