Bir
gün, Hazret-i Ebu Bekir’le Hazret-i Ali (radıyallahü anhüma) mescid-i
şerifte otururken biri girdi içeri. Hazret-i Ali’yi görünce birden rengi
kaçtı.
Çok mahcup oldu.
Çöküverdi oraya.
Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ali’ye dönüp sordu:
“Yâ Ali! Şu adam seni görünce mahcup oldu. Acaba neden?”
Buyurdu ki:
“Bana borcu var, belki ondandır.”
O zaman kalktı.
Onun yanına gitti.
Elini omuzuna atıp sordu:
“Hayırdır, neyin var senin?”
“Yok bir şey yâ Eba Bekir!”
“Ali’yi görünce mahcup oldun!”
“Evet, çok mahcubum.”
“Neden?”
“Ona borcum var.”
“Ne kadar?”
“Yirmi bin akçe.”
“Ödiyemiyor musun?”
“Hayır, ödeme imkânım olsa bir saat bile geciktirmem.”
Bu cevapları aldı.
Fevkalade üzüldü.
Onu sevindirmek için “Borcunu öderim, ama bir şartla. Fatiha suresinin yarısını okuyup sevabını bana hediye edeceksin” buyurdu.
Adam çok sevindi.
Dediği gibi yaptı.
Sevabını bağışladı.
Hazret-i Ebu Bekir ona yirmi bin akçe verip “Diğer yarısını da okur musun” buyurdu.
“Okurum” dedi.
Ve okuyup bağışladı sevabını. Hazret-i Ebu Bekir yirmi bin akçe daha verdi. Adam sevinçten uçuyordu…