Hazret-i Alî radıyallahü anh, bir gazâdan zaferle dönmüş, ganîmet olarak pek çok mal ve birkaç çuval altınla Resûlullah Efendimizin aleyhisselâm huzûruna gelip; “Yâ Resûlallah! Duânızla zafer nasîb oldu” deyip, altın dolu çuvalları arz etti Efendimize.
Sevindiler.
Duâ ettiler.
Sonra ganîmet taksîmine geçildi. Allahın Resûlü, çuvallar dolusu altınları, bitirinceye kadar gâzilere avuç avuç dağıttı. Hazret-i Alî’ye ise “üç altın” verdi sadece. Diğer gâzilere beşer onar avuç verirken, kendisine sâdece üç altın vermesinin sebebini merak etti.
“Hikmetlidir” dedi,
Ve yatıp uyudu.
Gece, mahşer meydanını gördü rüyâsında. Herkesten, dünyada kazandığı malın hesâbı soruluyordu ince ince.
Nihâyet sıra Ondaydı.
Melek geldi.
Ve suâl etti:
“Yâ Alî! Sen de şu üç altının hesâbını ver bakalım!” dedi. Hazret-i Alî radıyallahü anh terledi. Ateş bastı vücûdunu.
Sıkıldı, bunaldı.
Ter içinde kaldı.
Gecenin bir yarısında uyandığındığında; “Ooh, rüyâymış” dedi kendi kendine. Sevinip, sabah erkenden koştu Resûlullahın huzûruna. Efendimiz Onu görünce sevindi.
Tebessüm etti.
Ve sordu Ona:
“Yâ Alî! Ben mi anlatayım, sen mi anlatacaksın?” Hazret-i Ali; “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dedi. “Yâ Alî! Üç altının hesâbını veremedin değil mi?”
“Evet yâ Resûlallah”.
“Daha çok olsaydı?”
“Senin her yaptığın güzel, her işin hikmetlidir yâ Resûlallah. Canım sana fedâ olsun!” dedi. Ve sevinç içinde ayrıldı huzûrdan…