Yâ Âişe, hiç yiyecek var mıdır?

Bir gün Fahr-i kevneyn ve Resul-i sekaleyn (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Âişe-i Sıddîka’nın (radıyallahü anha) evlerine teşrif buyurdu ve;
“Yâ Âişe, hiç yiyecekten bir nesnen var mıdır?” diye sordu.
Âişe-i Sıddîka;
“Sultanım, bu gece yattığınız evde size yemek çıkarmadılar mı?” dedi.
Şaka ile demişti.
Ama pişman idi.
Bu söz, Fahr-i kâinatın mübarek gönüllerine hoş gelmedi.
Huzursuz oldular.
Odadan çıktılar.
Hazret-i Âişe (radıyallahü anha) koştu.
Resul-i Ekrem’in (aleyhissalâtü vesselam) mübarek eteğine yapışıp;
“Gitmeyin yâ Resulallah!” dedi.
Af dilemek istedi.
Efendimiz çıktılar.
Hazret-i Âişe anladı ki, Fahr-i Âlem hazretleri incindi. Hemen başını secdeye koyup, Allahü teala hazretlerine iltica ve yalvarmaya başladı.
Hem ağlıyordu.
Gözyaşı döküp;
“Yâ Rabbî! Benim halime acıyıp afv edecek yalnız sen varsın. Senden başka halime acıyıp, bana yardım edecek kimse yoktur” dedi.
Hatasını anladı.
Çok pişmandı.
Allahü teala hazretlerine hem yalvarır ve hem mübarek gözlerinin yaşı ırmak gibi akar idi. Allahü tebareke ve teala hazretleri kemal-i lütfundan ve nihayetsiz ihsanından, Hazret-i Âişe‘nin duasını kabul etti.
Cebrail’e emretti.
Ve melek geldi.
Sultan-ı Enbiya (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ayağını mescidin içine koymuş, diğer ayağını henüz koymamıştı ki, Hazret-i Cebrail yetişti. (Devamı yarın)

Comments are closed.