Zühd ve vera ile geçen bir ömür…

Dün, kendisinden “denizden damla misâli” bahsettiğimiz Ziyâuddîn Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Osmânî’ye (rahmetullahi aleyh), Süleymâniyye mutasarrıfı Abdurrahmân Pâşa, bir medresede ders vermesini teklîf edip, her ihtiyâcını bolca karşılayacağını belirterek kendisinden tedrîsi ısrârla istedi ise de, o bu teklîfi kabûl etmedi ve “ben bu işi beceremem” diye cevap verdi. Bütün ömrü zühd ve vera’ ile geçmiştir.
Fakat 1203 [m. 1799] yılında, üstâdı seyyid Abdülkerîm Berzencî tâûn/vebâdan vefât edince, onun talebesi boş kalmasın diye, onlara ders verdi. Her taraftan âlimler dersine koştular. Her müşkili çözer, her derde devâ olurdu. Yirmi bir yaşındayken, binlerce âlim ve talebeye üstâd olmuş, yedi sene ders okutmuştur.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (rahimehullah), hicrî 1220 [m. 1805] senesinde Bağdâd’dan hacca gitti. Yolda Şâm âlimlerinden çok hürmet gördü. Sorulan suâllere verdiği cevâblarla, âlimleri hayrette bıraktı. Mütevâzı olduğundan, orada bulunan allâme Muhammed Küzberî’den hadîs rivâyeti icâzeti aldı. Mustafâ Kürdî’den de hadîs ve Kâdirî icâzeti aldı. Yollarda söylediği Fârisî beytler, çok nâzik ve ince rûhunun terennümleridir. Fârisî dilindeki “Dîvân”ını görenler hayrân olmaktadırlar.
Medîne-i münevvereye kavuştuğu zaman, Farsça olarak şu beyitle başlayan “Kasîde-i Muhammediyye”yi yazmıştır:
“Gül, rûy-i Muhammed’e gıbta eder (aleyhisselâm)
Kokumu, onun terinden aldım, der.”
Hac yolculuğunda, Medîne-i münevverede Yemenli bir âlimden nasîhat istedi; o da, kendisine: “Mekke-i mükerremede, zâhirde dîne uymayan birisini veya bir işi görünce, hemen onu reddetme” dedi.
Medîne-i münevvere ziyâretini tamamlayıp hac için Mekke-i mükerremeye geldi. Bir Cum’a günü, Kâbe-i şerîfeye karşı, Süleymân bin Cezûlî hazretlerinin “Delâil-i şerîfe/Delâilü’l-Hayrât” isimli salevât-ı şerîfe kitâbını okuyordu. Zâhirde câhil/düşkün kılıklı, siyâh sakallı birinin Kâbeye arka çevirip kendisine baktığını gördü. Onun hakkında, “utanmadan, Kâbe’ye arkasını çevirmiş” diye düşünürken, “mü’mine hürmet, Kâbe’ye hürmetten daha öncedir. Bunun için yüzümü sana çevirdim. Niçin beni kötülüyorsun, Medîne’deki zâtın nasîhatini unuttun mu?” dedi.
Bunun, büyük velîlerden bir zât olduğunu anladı. Kendisinden af diledi. Ona, “beni irşâd et” diye yalvardı. O da, “Sen burada olgunlaşamazsın” dedi. Sonra da [eli ile Hindistân’ı göstererek], “Senin işin orada tamâm olur” dedi ve gitti.
[İnşâallah bu büyük âlimi, öbür hafta da tanımaya devam edelim.]