“Vay, canım arkadaşım benim!”

“Vay, canım arkadaşım benim!”



“Ne duruyorsunuz teresler… Görmediniz mi has misafirim gelmiş! Çabuk yiyecek içecek bir şeyler hazırlayın!”
 

 

Karşımda bir külhanbeyi duruyordu. Benim on beş sene önce hapishanede bıraktığım eski mahkûm bu olamazdı. Ya da bu kadar nasıl değişebilirdi? Bu adam etrafında bunca insanla bu oto galerisinde ne yapıyordu? Ben yine de doğru adrese mi geldim diye kararsızdım. Nitekim cevap tahmin ettiğim gibiydi: “Tanımadım” dedi tok ve pervasız bir sesle. Sonra da o bana sordu: “Peki sen beni nereden tanıyorsun? Ya da sen beni tanıyor musun?”

“Doğrusunu demek gerekirse ben de bu hâlde sizi tanıyamadım. Ama benim bu isimde bir tanıdığım vardı. Ben o isimle görüşecektim.”

Benim şifreli konuşmamdan biraz da tedirgin olarak soruya soruyla cevap verdi:

“Sen o ismi nereden tanıyorsun?”

Hafifçe bir sır verdim. Etrafta onun emrinde el pençe divan duranlara karşı onu mahcup edecek bir tavır olmamalıydı. “Cezaevinden tanıyorum” demek istemedim:

“Seksenli yıllardan…”

Ben yıl söyleyince bu bir irkildi. Uyanık adam, düşüncede o yıllara gitti ve gözlerini süzerek şifreli soruma şifreli cevap verdi:

“Hangi koğuştaydın!”

“8. Koğuş.”

Daha bir dikkat kesti. Bunlar beş arkadaştı. Acaba hangisi olduğumu anlamaya çalıştı:

“Hangi sabıkadan içerideydin?”

“İçeride değildim. İçeridekilerin başında nöbet tutuyordum.”

Ben öyle deyince, birden değişti:

“Hasan sen misin yoksa?” dedi. Benim “Evet” dememle “Vay arkadaşım benim!” dedi ve sarıldı…

Hemen etrafındakilere emirler yağdırmaya başladı:

“Ne duruyorsunuz be… Görmediniz mi has misafirim gelmiş! Çabuk yiyecek içecek bir şeyler hazırlayın!”

“Hemen Abi” diyen dört bir yana fırladı… Ben doğru adrese gelmiştim ama bu adresteki isim, benim hapishanede başında nöbet tuttuğum o halim selim, kendi hâlinde arkadaşlıktan çıkmış, tabir yerindeyse yarı mafya yarı bıçkın bir delikanlı tarzı etrafında kabadayı olmuştu…

Kıramayıp oturdum bir çayını içtim ama yemek filan ne kadar ısrar ettiyse kibar bir bahane ile izin istedim.

“Bu böyle olmadı, çocuklar seni istediğin yere bıraksın ne olur” filan dedi. Doğrusu gerçekten çok iltifat etti, parçalandı âdeta… Boynuma sarıldı… Teşekkür ederek müsaade isteyince de “Bir işin düştüğünde kartım bu. Bir telefon kadar uzağım kardeşim” dedi.

Kolaylıklar dileyerek ayrıldım. Benim ise böyle bir dünyayla işim olmazdı… Ama o cezaevindeki halim selim adam nasıl böyle biri olmuştu aklım almadı…
         Hasan Ç.-Afyonkarahisar

Comments are closed.