Yirmi yıl sonra gelen borçlu

Yirmi yıl sonra gelen borçlu



“Birlikte yolculuk mu etmişlerdi, yoksa hac arkadaşı mıydı? Birlikte askerlik mi yapmışlardı?..”

 

Bir gün bir köylü adam çıkageldi bu kunduracı Hacı Nasreddin’in dükkânına. Yaşını başını almış, saçı sakalı ağarmıştı. Üstü perişandı, belli ki fukaraydı. Hacı ile yaşıt sayılırlardı. O da 70’ine merdiven dayamış, adamakıllı çökmüştü. Zaten köylüler biraz daha erken çökerdi. Yazın tarlada güneş altında, kışın soğukta kala kala benizleri solar, güçten, kuvvetten, takatten kesilirlerdi.

Adam geldi ve Nasreddin’in dükkânının önünde çakılıverdi. Hacı, elindeki iskarpini dikiyordu. Başını kaldırıp baktığında tanımadığı bir yüzle karşılaştı. Göz göze geldiler. Tebessüm ettiği köylü, “Hacı beni tanıdın mı?” diye sordu. Elinde diktiği ayakkabıyı kenara bıraktı, esmer eliyle alnındaki teri silerken adama daha dikkatli şekilde baktı. Yok, hayır, hatırlayamamıştı. Eh yaş kemâle ermişti artık, her şeyi, herkesi hatırlayamıyordu işte. Ayakkabı malzemesi için büyük şehre gittiğinde birlikte yolculuk mu etmişlerdi, yoksa hac arkadaşı mı idi? Birlikte askerlik mi yapmışlardı? Hayır üçü de değil. Adam en sonunda sabredemedi ve tane tane konuşmaya başladı:

“Hacı, sen de benim gibi yaşlanmışsın, bak beni hatırlayamadın. Yirmi yıl önce sana gelmiş ve köye döneceğimi ancak bir merkep almak istediğimi, buna maddi gücümün yetmediğini söylemiştim. Sonra da bana yardımcı olup olamayacağını sormuştum. Sen ‘Elbette azizim, lâfı mı olur, bir merkep kaç lira ki?’ deyip hemen ceplerini karıştırmış, bir deste parayı, 20 lirayı sayıp bana vermiştin.  Ama ben bir türlü gelip de borcumu veremedim. Buna çok üzüldüm, ancak elimde değildi. Fukaralık işte. O zaman senden aldığım para ile satın aldığım eşek arkamda. Sana para veremeyeceğim ama eşeği geri verebilirim. Biraz yaşlandı fakat sen yine de belki kullanır veya satarsın.”

Hacı Nasreddin’in tebessümü arttı, yüzüne yayıldı:

“Olur mu kardeş, bu hayvancağız sana lâzım. Şehre gelip giden sizlersiniz. Ben neylerim ki bunu? Dükkâna sığmaz, evde durmaz, kapıya bağlayamam komşulara eziyet olur, kul hakkına girer, bağım bahçem de yok ki arada bir gitsem, dinlensem. İyisi mi sen eşeğini yine al, ben sana hakkımı helâl ettim, para mara istemem. Yeter ki, sen tatlı gönlünü üzme.”

Azarlanmayı, hakaret işitmeyi bekleyen köylü, şaşırdı kaldı. Terslenmediği gibi vefalı eşeği kendisine hediye edilmişti. Yüzü kızardı, mahcup oldu, Hacı’nın ellerine sarılmak istedi. DEVAMI YARIN

Comments are closed.