
Bir gün Resûlullah efendimiz, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’a bir âyetin manasını anlatıyordu. Hazret-i Ömer yanlarına gitti. Ancak bir saat dinlediği hâlde bir şey anlayamadı!..
Kur’ân-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâmın mucizelerinin en büyüğüdür… Kur’ân-ı kerîmin insan sözü olmadığı tecrübe ile de ispat edilmiştir. Şöyle ki; bir Arap şairi, bir sayfada, edebî sanat inceliklerini göstererek, bir şey yazmış, bunun arasına birkaç satır hadîs-i şerîf ve başka yerinde de, aynı şeyi anlatan bir âyet-i kerîme yerleştirip, hepsi bir arada, İslâmdan ve Kur’ândan haberi olmayan, Arabîsi kuvvetli birisine, bir adamın yazısı diye okutturulmuştur. Okurken, hadîs-i şerîfe gelince, durmuş; “Burası, yukarısına benzemiyor. Buradaki sanat daha yüksek” demiştir.
Sıra, âyet-i kerîmeye gelince, şaşkın bir hâlde; “Burası hiçbir söze benzemiyor. Mana içinde mana var. Hepsini anlamaya imkân yok” demiştir…
Bugün piyasada bilhassa, Avrupa’da Kur’ân-ı kerîmin pek çok tercümesi vardır. Bu, hakkıyla yapılabilinir mi? Yapılamaz. Kur’ân-ı kerîm, hiçbir dile, hattâ Arapçaya da tercüme edilemez. Sebebi şu ki: Herhangi bir şiirin, kendi diline bile, tam tercümesine imkân yoktur. Ancak meâli ve îzâhı olur…
Kur’ân-ı kerîmin manasını anlamak için tercümesini okumamalıdır. Bir âyetin manasını anlamak demek, Allahü teâlânın, bu âyette, ne demek istediğini anlamak demektir. Bu âyetin herhangi bir tercümesini okuyan kimse, ‘murâd-ı İlâhî’yi öğrenemez. Tercüme edenin, bilgi derecesine göre yaptığı meâli öğrenir… Kur’ân-ı kerîmin manasını, yalnız Muhammed aleyhisselâm anlar. Eshâb-ı kirâm, ana dili olarak Arabî bildikleri, edip ve beliğ oldukları hâlde, bazı âyetleri anlayamaz, Resûlullaha sorarlardı…
Bir gün Hazret-i Ömer, bir yerden geçerken, Resûlullah efendimizin, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’a bir şey anlattığını gördü. Yanlarına gidip dinledi. Sonra, başkaları da gördü ise de, gelip dinlemeye çekindiler… Ertesi gün, hazret-i Ömer’i görünce dediler ki:
– Yâ Ömer, Resûlullah Efendimiz, dün size bir şey anlatıyordu. Bize de söyle, öğrenelim.
Hazret-i Ömer, onlara şöyle cevap verdi:
– Dün, Ebû Bekr, Kur’ân-ı kerîmden anlayamadığı bir âyetin manasını sormuş, Resûlullah, ona anlatıyordu. Bir saat dinledim, bir şey anlayamadım… Çünkü, hazret-i Ebû Bekr’in yüksek derecesine göre anlatıyordu. Hazret-i Ebû Bekr’in derecesi, Hazret-i Ömer’den çok daha yüksekti. Fakat, Hazret-i Ebû Bekr de, Cebrâîl aleyhisselâm da, Kur’ân-ı kerîmin manasını, esrârını, Resûlullaha sorardı…
Bugün bazı kimselerin “Kur’an-ı kerîmde şu, şu eksikler var…” gibi sözleri hain, sapık veya sinsi bir din düşmanı olduğunu göstermiyor mu?..