Dün yâ…

Dün yâ…




Koca bir yokluk âleminde, lüzumlu olduğunu zannettiğimiz birtakım uğraşıların kıskacındayız. Her sabah telaşla ayaklanıyor, dünyanın biteviye süratlenen hızına yetişebilmek için hengâmelerin pençesinde soluk soluğa koşturuyoruz.  

“Merhaba” sedasına hasret kaldığımız her lahza, “elveda” fısıltısı çınlıyor kulaklarımızda.  

Acısına, derdine, tasasına, ıstırabına katlanarak sergüzeştlerimizin toplandığı çetrefilli hatıralar… Sanat kaygısıyla kurmaya çalıştığımız afili cümleler… Başını toparlarken sonunu kaçırdığımız komik cümleler… Doyumsuz ihtiraslarımıza mahzun ve ağlamaklı çocuklar gibi boyun eğdiren, kaçanı kovaladıklarımız: 

Hubân-ı bî-vefâ gibi dehr-i desîse-bâz  

Nâz ehline niyâz eder ehl-i niyâza nâz (Ahmet Cevdet Paşa)  

“Bu hilekâr dünya vefasız güzellere benzer. Kovalayandan kaçar, kaçanı kovalar.” 

Vazgeçtiklerimiz ukde, kavuştuklarımız mazi olarak ok gibi saplanıyor ruhumuza. Debeleniyoruz biz de, esiri olduğumuz dünya harabında: 

Gel ey gurbet diyârında esir olup kalan insan 

Gel ey dünyâ harâbında yatıp gâfil olan insan (Niyâzî-i Mısrî)  

Gaflet perdesi, vuslat penceresinden görülüyor uzaklarda. Rahat ve huzursa suskunlar semtinde seyredilebiliyor yalnızca: 

Felekten istemeyiz yeryüzünde varsa huzur  

Kemâl semt-i hamûşânda hâbdan başka (Yahya Kemal)  

Felaha ve rahata kavuşmanın merkezi olan mezarlıkta ölüm uykusuyla buluşanlar tam ve mükemmel olan huzura sarılıyor. Toprak sıcaktan da soğuktan da muhafaza eden bir örtü olarak bizleri sarıp sarmalıyor. 

“Yakınlık” ve “aşağılık” manalarını içinde barındıran dünya, karanlıkların ardına sakladığı aydınlıklar ve hemen peşinden doğacak karartıları beraberinde taşıyor. Dünden kalan tatlı dakikalarımız hülyalarla geçip giderken sırtımızı ayrılık sarsıntıları büküveriyor: 

Yevm-i dünya derd ü gam, eyler anı hoş müdam 

Bilse bilir âlemde, dertsiz kalan pes mevta’m 

“Dünyanın geçen her saati dert ve gamdır. (Yaratılanlar) daima dünyanın (elemlerini) hoş karşılar. Ârif (olanlar) bilir ki, âlemde dertsiz kalan tek şey (insanın) mevt hâlidir.” 

           Cüneyt Akçatepe

 

 

ŞİİR

 

 

   BAKAN OLMAZ

 

Hak söz ile dertlenirsen,

Nesin diye bakan olmaz.

Yükün ağır sırtlanırsan,

İnsin diye bakan olmaz.

 

Uzaklaşır, içten diye

Yalana itibar niye?

Doğru ise sokmaz köye,

Yalanları yıkan olmaz.

 

Ticarette doğru tarttın,

Hayatına ahlak kattın.

Aşını helalden ettin

Ocağını yakan olmaz.

 

İnsan olup insan kaldın,

Özün, sözün aynı oldun,

Kalbini hak üzre kıldın.

Hakikati takan olmaz.

 

Benliğine sevgi kattın

Maskeleri söküp attın

Gönül suyunda aş tattın

Yüreklere mekân olmaz.

 

Eğilmeyip dik kalırsan,

Yüreklere kor olursan,

Riyakâra kaygı salsan,

Kimselere güven olmaz.

 

Haktan başka sarılma sen,

Suretlerden yorulma sen,

Özüne bak kırılma sen,

Gönüllere bakan olmaz.

 

            Yusuf Bardak

 

 

 

TARİHTEN BİR YAPRAK

 

IRAK SELÇUKLULARI: Irak Selçuklularının devlet teşkilâtı, mahiyet itibarı ile Büyük Selçukluların bir kopyası idi. Yalnız devletin başında Sultân-ül-muazzam lakabı ile bulunan sultan, Büyük Selçuklu Sultanına tâbi idi. Bu durum Büyük Selçuklu Devleti’nin 1157 senesinde yıkılışına kadar devam etti. Bu tarihten itibaren Irak Selçuklu sultanları, bağımsız birer sultan hâline geldiler.

Irak Selçuklularında, hükûmet işleri Büyük Dîvân tarafından yürütülmekteydi. Bu divana ise, mâlî işlere bakan Dîvân-ı İstifâ, mâlî ve idarî işlerin kontrolünü yapan Dîvân-ı îşrâf, yazışma işlerini yürüten Divân-ı inşâ ve askerî işleri yürüten Dîvân-ı Arız gibi divanlar bağlıydı. Irak Selçuklu ordusu da, Büyük Selçuklu gibi üç kısım idi. Ordunun esasını sipahiler meydana getirmekteydi. Bunun yanında merkeze bağlı atabeylikler ile eyaletlerde de asker beslenmekteydi.

Comments are closed.