Kalbin hasta, bozuk olması demek, Peygamberlerin getirdikleri bilgilere, tam inanmaması demektir.
Necmüddîn Umâre el-Yemenî hazretleri Şâfiî fıkıh âlimidir. 515’te (m. 1121) Yemen’in Tihâme bölgesinde doğdu. Zebîd’de Abdullah bin Abbâr ve diğer âlimlerden Şâfiî fıkhı tahsil etti. Medresede müderrislik yaptı. 569 (m. 1174) senesinde vefat etti. Derslerinde şöyle buyurdu:
İslâmiyetin bütün isteklerinde tam kolaylık gözetilmiştir. Meselâ yirmidört saat içinde, yalnız onyedi rekât namaz kılmağı emir buyurmuştur. Bunun hepsi, bir saat sürmez. Bunu kılarken de, en kolay olanı okumayı kabûl etmektedir. Ayakta kılamayanın, oturarak kılmasına izin vermiştir. Oturarak kılamayan, yatarak kılabilir. Rükü’ ve secdeleri yapamayan, îmâ ile, işaret ile kılabilir demiştir. Abdest almak için su kullanamayana, toprak ile teyemmüm etmesine izin vermiştir.
Zekât için de, malın yalnız kırkta birini fakirlere ayırmıştır. Bunu da, yalnız ticâret eşyasından ve çayırda parasız otlayan, dört ayaklı hayvanlardan emretmiştir.
Ömründe bir kere hac etmeyi farz etmiştir. Bu da yalnız, yol parası olanlara ve yol tehlikesiz olduğu zaman farz olmaktadır. Sayılamayacak kadar çok şeyleri helâl etmiş, izin vermiştir. Yiyecek, içecek ve kumaşlardan çoğunu mubâh etmiş, pek azını haram kılmıştır. Haram etmesi de, kullarının iyiliği için olmuştur. Acı, zararlı, kötü olan şarabı yasak etti ise de, buna karşılık çeşit çeşit tatlı, güzel kokulu, faydalı şerbetleri mubâh etmiştir. Meyve suları, tarçın, karanfil ve çiçek suları hep helâldir. Bunların hepsi faydalıdır. Acı, yakıcı, keskin ve aklı giderici ve çok tehlikeli olan bir şey, o güzel kokulu şerbetlere benzeyebilir mi? Onun haram olması ve Allahü teâlânın beğenmemesi, bunların ise helâl olup, Allahü teâlânın râzı olması da ayrıca bir farktır.
İnsâfsız, taş yürekli bir kimse, bu kadar çok kolaylığı, güç ve ağır yük görürse, kalbinin bozuk olduğunu göstermiş olur. Kalbin hasta, bozuk olması demek, Peygamberlerin getirdikleri bilgilere, tam inanmaması demektir. İnanmaları, görünüştedir. İçten inanmış değildir. Gönülden inanmanın alâmeti vardır. Bu alâmet, İslâmiyetin emirlerine sarılmaktır. İslâmiyeti beğenmeyenlerin, ona uymak istemeyenlerin Müslüman olduklarını söylemelerine inanılmaz. Bunlara (Münâfık) denir. Şûrâ sûresi, onüçüncü âyetinde meâlen, (Müşrikleri [yâni Allah’tan başkasına tapınanları] îmana, Allaha kulluğa çağırmaklığın, onlara ağır gelir. Bunun için sana düşman olurlar) buyuruldu. Allahü teâlâ, dilediğini kendine seçer. Onu isteyenlere, kendine kavuşturan yolu gösterir.