Eğitim verilen okullarda, ülkenin toplum olarak yaşadığı inancı, ahlaki, kültürel, sosyal, ekonomik ve ticari durumları ile ilgili bilgilere yer verilmemesi gelecek nesiller için bir faciadır. Doğal afetlerden bile büyük afettir. Çünkü böylesi çarpık eğitim ile bilerek bilmeyerek ancak yöneten değil yönetilen toplumlar oluşturulur. Eğitimli bile olsa sosyal sorumluluğu ve birey olarak öz güveni olmayan insanlar yetişir. Eğitimli cahiller ve asosyal kimseler yetişir. Geçtiğimiz yıllarda Japonya’daki depremzede halkın gıda yardımı almak için girdiği kuyruk hafızalarımızda olmalıdır. Japonya’da böylesi bir doğal afette bile halk sıraya girmekte ve sırasını beklemektedir. Herkes birden mağazaya hücum etmemektedir. Mağazaya giren de sadece kendisine ayrılan kadarını alıp çıkmaktadır. Tıpkı normal hayatta olduğu gibi…
Niçin? Çünkü bu insanlar hayatı ezbere yaşamaz. Her birinin amacı, gayesi, hedefi bellidir. Onlar bugün ekmek bulup bulamamayı değil hedeflerine ulaşıp ulaşamamayı hesap etmektedir. Onur kavramı çocukluktan itibaren onlara verilmiştir. Onurlu olmak her şeyden önemlidir. Böyle davranmazsa onursuzluk yapmış olacağını düşünür.
Oysa aynı şekilde depremzede olan bir Orta Doğu ülkesinde böylesi haberler, yardım konvoylarının yağmalanması veya dağıtım sırasında çıkan arbede konuları hep gündeme gelir. Hatta yardım çadırlarının veya erzakının çalındığı ve saklanıp başka amaçlara kullanıldığı haberleri bile toplumu şaşırtmamaktadır.
Özellikle İslam coğrafyasında yaşanan bu akıl almaz davranışlar sebebiyle bu coğrafyanın insanı bir de “inancından dolayı böyle geri kaldı” diye gösterilir. Asla, böyle bir cahillik Müslümanlığın kendisinden olamaz. Çünkü İslam dininin örnek isimleri sahabeler, bırakın sırasına razı olmayı; savaşta iken ve yaralı hâlde susuzluktan ölmek üzere iken bile az ötede aynı durumdaki din kardeşini işaret ederek “suyu ona götür” diyecek kadar fedakârlık yapan kimselerdi. Bu fedakârlığa ise İslam dininde “isâr” deniliyordu.
Uz. Psikolog Erdinç Üstündağ
ŞİİR
Unutma!
Gidilir de, varılır mı bilinmez,
Menzil durarak görünmez,
Ancak koşarak geçilir merhale,
Yürüyerek yollar tükenmez…
Sabırdır bizlere kanat olan,
İstikrardır bizleri ayakta tutan,
Dikendir bu ellerimize batan,
Bakarak güller derilmez…
Yorsa da seni uzun yollar,
Unutma, hedefe götürür bunlar,
Önünde duruyor koca koca dağlar,
Düşünerek dağlar geçilmez…
Durma! Uç göğün en yükseğine,
Oku! Araştır! Vur cahilliğin en tepesine,
Git mankurtlaşmanın üzerine üzerine,
Unutma! Durarak zincirler kırılmaz.
Mehmet Salih Arslan
GÜZEL DİNİMİZ
İMAN: Îmân, lügatte bir kimseyi tam doğru sözlü bilmek, ona inanmak demektir. İslamiyet’te îmân demek; Resulü ekremin “sallallahü aleyhi ve sellem”, Allahü teâlâ’nın peygamberi olduğunu ve Onun tarafından seçilmiş, haber verici nebî olduğunu doğru bilmek ve inanarak söylemek ve Onun Allahü teâlâ tarafından kısaca bildirdiklerine kısaca inanmak ve geniş bildirdiklerine etraflıca inanmak ve gücü yettikçe, Kelime-i şehadeti dil ile de söylemektir. Kuvvetli îmân şöyledir ki, ateşin yaktığına, yılanın zehirleyip öldürdüğüne yakîn üzere inanıp kaçtığı gibi, gönlünden tâm olarak, Allahü teâlâyı ve sıfatlarını büyük bilerek inanmak, Onun rızasına ve cemâline koşmak ve gazabından, azâbından kaçmak ve îmânı, mermer üzerine yazılan yazı gibi sağlam olarak gönlüne yerleştirmektir. [Herkese Lâzım Olan İman S. 24]