“Aziz misafirler, sevgili askerler mektebimize hoş geldiniz…”

“Aziz misafirler, sevgili askerler mektebimize hoş geldiniz…”




 Merasim alanı oldukça kalabalıktı. Çocuklar, askerler, halk grup grup yerini almıştı. 

 

 

Elif:

 – Anladım dedeciğim… Burada olduğum için çok huzur doluyum ve de iftihar ediyorum… Bizim mektebe askerlerin gelmesine çok sevindim, hem orda belki Ali’yle de barışırım…

 – Olur kızım olur, barışırsın… Yalnız sana öğreteceğim şiiri iyice ezberle…Tamam mı? 

 – Tamam dedeciğim…

            ***
 Merasim alanı oldukça kalabalıktı. Çocuklar, askerler, halk grup grup yerini almıştı. Abdullah Dede kendi kendine konuşanlara eliyle, bastonuyla “susun” işareti yapar ama nafile; çocuklar alandakiler el sallama yarışında… Arı kovanı gibi içten içe gürlüyordu. Abdullah Dede, fazla dayanamadı, ayağa kalktı, yüksek sesle oradakileri ikaz etme ihtiyacı duydu.

 – Lütfen susalım!.. lütfen susalım hanımlar, beyler!..

 – Ben emekli Albay Ali Fuat…

 Abdullah Dede’nin ayağa kalkıp “susun” demesi işe yaramamışsa da, Albay Ali Fuat Bey’in konuşmaya başlamasıyla sesler tamamen kesilmişti. Oradaki herkes sustu, acaba ne söyleyecek diye mi ne durdukları yerden albaya bakakaldılar.

 – Bu güzel günde, şirin kazamızın ve sizlere birlikte olmanın mutluluğu içindeyim.

 – Anne çok heyecanlıyım kalbim duracak gibi…

 – Sesini kes de albayı dinleyelim evladım.

 – Aziz misafirler, sevgili askerler, mektebimize hoş geldiniz. Sizi burada görmekten duyduğumuz sevinç sonsuzdur, heyecanımız da… Sizin takımınızı çok iyi tanırım. Seneler önce benimkiyle beraber eşkıyayla mücadele etmiş savaşmıştık. Şimdi sizleri burada görmekle eski günleri, o zaferi ve kahraman şehitlerimizi, gazilerimizi yâd etmiş olmanın mutluluğu içindeyim. Hepimizin de çok iyi bildiği gibi çetelerle muharebede bizim için çok mühim olan “Bayrak Tepe”yi sizin takımınız aldı. Bu zaferin kazanılmasında şu an aramızda bulunan Ali’nin babası büyük kahramanlıklar gösterdi. Ay yıldızlı bayrağımızı düşmana çiğnetmedi. O aziz yiğit gazimizin oğlu, annesi ve muhterem eşleri şu anda aramızdalar. Sizlerin buraya gelmesi hepimizden ziyade onları, özellikle küçük Ali’yi sevinçlere gark etti. Müsaade ederseniz bu aziz gazimizin oğlunu sizlere tanıtmak istiyorum.

Talebelerin arasında başı dik duran Ali, ismi geçince yüzü kızardı, oldukça da heyecanlandı, elinde olmadan annesine babasına baktı.

– Ali gel! Gel bakayım yavrum. Babanın silah arkadaşları seni daha yakından tanısınlar.

 Ali’nin etrafında bir hareketlilik oluştu gayr-i ihtiyari. Herkesin gözü üzerindeydi. “Hadi Ali çekinme hadi koçum seni göreyim! Rahmet ol yağ üstümüze” diyen, Yılmaz ona cesaret veriyordu.

 – Beni çağırıyorlar! Çok heyecanlıyım! Utanırım, nasıl giderim oraya ben?
Şükriye Anne, babası uzaktan da olsa kaş-göz işaretleriyle “hadi” diyorlardı. Çağrı, Yılmaz, Hasan “oyalanma! Bal gibi gidersin! Ne varmış bunda utanılacak? Bu sıkılacak, çekinilecek bir iş değil, övünülecek bir iş Ali! Hadi bakalım…” deyip ileri itekleyince Ali, mecbur kaldı mikrofonun bulunduğu masaya doğru yürümeye. Kalbi küt küt atıyordu. Sanki sesini herkes duyuyordu, yer yarılsaydı da yerin dibine girseydi bu kadar ağır gelmeyecekti. Hele kardeşleri Ömer ile Hatice’nin yerlerinde hoplayıp zıplamalarını gördükçe içi fenalaşıyordu. DEVAMI YARIN

Comments are closed.