
“Nasıl rahat edebildin mi Lütfü Hocam? Hadi kahvaltıya! İyi doyuralım ki imtihanda muvaffak olasın!..”
O akrabalarının kadirşinaslığı, iyilikleri bunlarla da sınırlı değildi. Dostluklar parayla satın alınamıyordu ki? O iş kalp işiydi. Bu güzel insanlarda da bütün dünyaları sığdıracak kadar kocamandı.
Gülerek kapıya yaklaşınca;
– Nasıl rahat edebildin mi Lütfü Hocam? Hadi kahvaltıya! İyi doyuralım ki imtihanda muvaffak olasın!
– Cenâb-ı Allah razı olsun, çok rahat ettim. Zaten Ragıp ev sahibi, benim oğlum değil, sizin evladınızmış gibi davranıyor. Biz memnunuz Cenâb-ı Allah da sizlerden razı olsun. Yaptıklarınızı, samimi dostluğunuzu hiç ama hiç unutmayacağız…
– Aman Hafız Efendi! Gören de diyecek ki kuzuları kesmiş, kebap yapmışız. Sofra aynı sofra, bir lavaş da fazladan koyduk mu herkes doyar.
– Cömertler için aynen öyledir bibi oğlu.
– !!!
Güle söyleye getirilen leğende ellerini yıkadı, sofraya geçtiler. Lütfü Hocanın pek sevdiği şeyleri yapmışlardı. Kartol haşlanıp soyulmuş, cad, kete, peynir helvası… neler yoktu ki?
– Hane halkı sabaha kadar sana duâ etti… diyen Sebahaddin Efendi:
– Hafız Hoca! Hasan Dadaşımla ben de geleceğiz müftülüğe! Neticeyi görmeden rahat edemeyiz!
– Bibi oğlu, “zahmet etmeseniz” diyeceğim ama sözümün geçmeyeceğini biliyorum! Nasıl isterseniz. Yalnız, imtihan bu, eğer kazanamazsam kimseye kızmayın. Nasipten öteye yol yok!
– Bizim, “kazanamayacaksın…” diye bir sıkıntımız yok! Müftü dâhil, buralarda eline su dökecek kimse yok bu hususta! Herkes de biliyor. İd’in, benim bildiğim; elliye yakın köyü var, hepsi senin okumanı konuşuyor. İnsanoğlu çiğ süt emmiş. Hasetlik eder, o da kalp işi, mâni olamayız ki!
– Çok doğru söylersin bibi oğlu.
– Ha bir de Koçkans da duymuş bu meseleyi. Çok atlı gelmiş, “Neler olup bittiğini” öğrenmek, sana destek olmak için.
– Kim haber vermiş?
– Saidgil’in Durmuş Çavuşların enişteleri var, Tuzla mahallesinde, hemen haber ulaştırmışlar akşamdan.
– Allah Allah!
– Durmuş Çavuş, adak bile adamış!
– !!!
– Dahası var Recep, Mahmut, Abbas Öğretmenler de “Lütfü Hoca gibi imam yok…” diyorlarmış. Bir haksızlık yapılmasın diye Başöğretmen Bahattin Beye “Sahip ol, ezdirme!” diye tembihlemişler sıkı sıkıya.
– Onların hepsi de hocalarımın bereketi.
– Hafız Halil Hoca da duâ ediyormuş! Senin sırtın yere gelmez evvel Allah!
– Rabbim cümlesinden, cümlenizden razı olsun.
– Âmin!
Evle vedalaştı, morali yüksek imtihanın yapılacağı yere gitti Lütfü Hoca. Yolda Meczup Veysel Babayla karşılaştı. Cüzdanından çıkardığı bir miktar parayı, yaz kış omuzlarında taşıdığı askerî kaputunun cebine koyuverdi göstermeden.
– Gördüm gördüm! Alan mı kârlı, veren mi? İşte o bilinmez Hoca!
– Öyledir Veysel Efendi.
– !!!
Sırtına bir yumruk vurdu, “Haydi uğurlar olsun Hoca! Para verene, karşılık vermeden olmaz, sonra hak geçer!” dedi, gülerek uzaklaştı… DEVAMI YARIN