Evliyânın büyüklerinden Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin bir talebesi anlatıyor:
Ben Semerkant’ta iken Behâeddîn-i Buhârî ismini işittim.
Ve çok merak ettim.
Gayriihtiyârî sevdim ve onu görmek niyetiyle Buhâra’ya gittim. Annem, dört altın dikmişti gömleğime.
Buhâra’ya vardım. Bu velîyi aradım.
Sohbetine katılıp, beni de talebeliğe kabul etmesini istedim.
“İsteğini yaparız, ama altın vermen lâzım” buyurdu.
Cevap verip;
“Ben fakîr biriyim, bende altın ne arasın” dedim.
Bana baktı ve;
“Annenin, gömleğine diktiği dört altın var ya” buyurdu
Çok utandım. Mahcup oldum!
Mecbûren altınları çıkarıp arz ettim.
Onları alıp uzattı bir çocuğa. Fakat almadı çocuk. Yüzünü buruşturdu.
Başka bir gün de, bir fırsatını bulup;
“Beni ne zaman talebeliğe kabul edeceksiniz?” dedim.
O “dört altın”ı istedi.
Ve bir çocuğa verdi.
Fakat o da reddetti. Hatâmı anladım. Zîra benim kalbimde “altın sevgisi” vardı.
O anda büyük velî;
“Evet öyledir. Kalpte altın sevgisi, bu yolda bulunmaya mânidir” buyurdu.
Ve bir nazar etti bana.
O sevgi çıktı kalbimden.
Yerine “Allah sevgisi” girdi ve o zaman talebeliğe kabul edildim.