“Allahü teâlâ rahatlık versin Sultanım…”

“Allahü teâlâ rahatlık versin Sultanım…”



Yemek boyunca Kara Yusuf ile Çakır Vezir durmadan konuştular. 

 

Mis gibi temiz sofraya hayran hayran bakan Çakır Vezir’in aklı fikri tanımadığı adam tarafından verilen kâğıt parçasındaydı. Herkes gibi bağdaş kurarak oturduğu yerden etrafını seyrederken daldı. Oldukça geniş, bitki motifleriyle süslü tavanı yüksek odanın iki cephesinde büyükçe ve kemerli ikişer penceresi vardı. Yeşil kalın kadife perdeler, yerden bir kulaç yükseklikteki ceviz sedirleri çevreleyen halı kaplama yastıkları okşayarak sarkıyor, şiltelerin şal deseniyle ayrı bir ahenk oluşturuyordu.

Yemek boyunca Kara Yusuf ile Çakır Vezir durmadan konuştular. Timur’un acımasızlığı, askerî gücü, hedefleri, maksadı ve yapacakları korku dolu gözlerle anlatılıp durdu. Yemekler bitmiş lâkin onların sözleri tükenmemişti.

Vakit ilerleyip, uyku zamanı gelince Sultan Kara Yusuf’u bir üst kata çıkardılar. Yatağı, penceresinden rengârenk meyvelerle dalları eğilmiş onlarca ağacın süslediği bahçeyi gören odaya itinayla yapılmıştı. Başta abdesthane, diğer ihtiyaçlarını nerelerden, nasıl karşılayacağını tek tek gösterip, rahatı için padişahın dilek ve temennilerini bir daha arz ederek müsaadelerini istirham ettiler.

“Efendim bir emriniz olursa hizmetçilerle bir haber ulaştırmanız kâfi” diyen Erkara Bey, arkadaşlarına döndü.

“Estağfirullah Beyim! Bu nazik ev sahipliğinizi unutmayacağım. Hayatımın mühim bir dönüm noktası olacak…”

“Hizmet edene hizmet edilir muhterem Efendim…”

“Çok duygulandım.”

“Allahü teâlâ rahatlık versin Sultanım” diyen Çakır Vezir, eliyle kuşağına sıkıştırdığı nâmeyi yokladı yanındakilere çaktırmadan. Yerinde olup olmadığını merak ediyordu. Merdivenlerden aşağı inerken sevincine diyecek yoktu…

Saraydan ayrılalı beri dikkatle dinlediklerinden rahatsız olan Üryan Bey, kulaklarına inanamıyor, düşünüp duruyordu. Evvelâ dünyada tufan olmuş sandı. Sonra gelen sultan, vezir, emir her neyse ve kimse hararetli konuşmalarından, münakaşalarından anladığı kadarıyla cihanı tutuşturan harp çoktan çıkmıştı da bunların yeni haberi oluyordu. Bu herifler sıfatları ne olursa olsun şüphesiz deliydiler. Hele “Muharebeler uzun seneler devam eder…” diye iddia eden, saçı sakalı birbirine karışık vezirin gök gözleri hiç de iyi bakmıyordu. Timur denilen adam bir bunak mıydı da önüne gelene harp ilân etsin, yakıp yıksın durduğu yerde. Bunlar saçmalıyordu muhakkak.

“Beni yanlış anlamayınız Allah aşkına, lütfen! Ya benim anlayışım kıt, ya da bunlar bunak!” diye söylenen Üryan’ın kanlı çanaklarından fırlayan iri mavi gözleri acıyla sulanmış ve pek fena bakıyordu.

Erkara Bey, Üryan’ın pek de memnun olmadığını anlamıştı. Ona bir şey dememesi, daha fazla ileri gitmemesi için sağ elinin işaret parmağını dudaklarına götürerek sus işareti yaptı. İçi dışı bir bu yiğit arkadaşı yerden göğe kadar haklıydı. Lâkin olup bitenleri ona nasıl anlatacaktı ki? Zaman en iyi ilaçtı. İçinden: “Bekle gör bakalım neler olacak?” diye geçirdi.

Bunları düşünerek uzak şark illerinden gelmiş devlet adamlarının münasebetsiz konuşmalarını sürdürmemeleri için de fazla bir şey sormamıştı. Padişah Efendileri’nin emrini noksansız yerine getirmek, misafirleri memnun ve mutlu kılmak en başta gelen vazifesiydi. Başka şeye ne hacet vardı? DEVAMI YARIN