Zengî Atâ hazretlerinin kabr-i şerîfi, Semerkant’ın “Zengî Atâ” köyündedir. O devirde dört arkadaş, ilim tahsîli için Buhâra’ya geldiler. Zâhirî ilimleri bitirince bir “mürşid-i kâmil” bulmak için düştüler yollara.
Biri, “Seyyid Atâ” idi.
Semerkant’tan geçerken bir “ihtiyar” görüp, ona; “Biz, bir mürşit arıyoruz” dediler.
Meğer o ihtiyar, “Zengî Atâ” nâmında bir evliyâ zât imiş.
Onlara buyurdu ki:
“Aradığınız benim.”
Gençler “peki” dediler.
Onların üçü inanırken, “Seyyid Atâ” îtibâr etmedi bu zâta.
Kalbinden dedi ki: “Ben seyyidim, ilmim de var. Bu ihtiyar mı beni irşâd edecek?”
Böyle dedi ve öylesine yapıyordu vazîfelerini.
Öbürleriyse severek, inanarak yapıyor ve her gün ilerliyorlardı.
O ise ilerleyemiyordu.
Hatâsını anlayınca, koştu bu zâtın annesine.
“Anber Anaya”…
Hâlini anlatıp, sordu ki:
“Ne olacak benim hâlim?”
Anber Ana;
“Bu gece bir keçeye sarılıp dergâhın eşiğine yat!” dedi.
O da girdi bir keçe içine.
Uzandı kapının eşiğine.
Zengî Atâ, abdest için dışarı çıkarken Seyyid Atâ, sarılıp öptü ayağını.
Büyük velî sordu:
“Kimsin sen?”
O arz etti ki: “Seyyid Atâ’yım, himmetinize muhtâcım.”
Tutup kaldırdı onu yerden.
Acıyarak baktı bir kere.
Ve çıkardı onu tasavvufta zirvelere…