“Aradığınız zât benim…”

Zengî Atâ hazretlerinin kabr-i şerîfi, Semerkant’ın “Zengî Atâ” köyündedir. O devirde dört arkadaş, ilim tahsîli için Buhâra’ya geldiler. Zâhirî ilimleri bitirince bir “mürşid-i kâmil” bulmak için düştüler yollara.

 

Biri, “Seyyid Atâ” idi.

 

Semerkant’tan geçerken bir “ihtiyar” görüp, ona; “Biz, bir mürşit arıyoruz” dediler.

 

Meğer o ihtiyar, “Zengî Atâ” nâmında bir evliyâ zât imiş.

 

Onlara buyurdu ki:

 

“Aradığınız benim.”

 

Gençler “peki” dediler.

 

Onların üçü inanırken, “Seyyid Atâ” îtibâr etmedi bu zâta.

 

Kalbinden dedi ki: “Ben seyyidim, ilmim de var. Bu ihtiyar mı beni irşâd edecek?”

 

Böyle dedi ve öylesine yapıyordu vazîfelerini.

 

Öbürleriyse severek, inanarak yapıyor ve her gün ilerliyorlardı.

 

O ise ilerleyemiyordu.

 

Hatâsını anlayınca, koştu bu zâtın annesine.

 

“Anber Anaya”…

 

Hâlini anlatıp, sordu ki:

 

“Ne olacak benim hâlim?”

 

Anber Ana;

 

“Bu gece bir keçeye sarılıp dergâhın eşiğine yat!” dedi.

 

O da girdi bir keçe içine.

 

Uzandı kapının eşiğine.

 

Zengî Atâ, abdest için dışarı çıkarken Seyyid Atâ, sarılıp öptü ayağını.

 

Büyük velî sordu:

 

“Kimsin sen?”

 

O arz etti ki: “Seyyid Atâ’yım, himmetinize muhtâcım.”

 

Tutup kaldırdı onu yerden.

 

Acıyarak baktı bir kere.

 

Ve çıkardı onu tasavvufta zirvelere…


Comments are closed.