Arap Molla, terk edilmiş kürsüye çıkıverdi…

Arap Molla, terk edilmiş kürsüye çıkıverdi…



Evliyâ-i kirâm hazeratının numune hayatlarından misaller vererek asayişi, sükûneti sağladı…

 

Bursa, Bursa olalı böyle acayip bir gün görmemişti. Arap Molla, terk edilmiş kürsüyü görünce yanındakilerin de yardımıyla hiç tereddüt geçirmeden çıkıverdi.

Önce tövbe ve istiğfar okudu. Cemaate de tekrar ettirdi. Başımıza gelen sıkıntıların günahlarımız yüzünden olduğunu açıkladıktan sonra, Osmanlı memalikinin sahipsiz olmadığını, padişah-ı şahanelerinin âlimlere verdiği kıymeti anlattı.

Güzel vatanımızın, müreffeh halkını çekemeyenlerin huzurlarını, saadetlerini bozmak için bugün, burada olduğu gibi, hoşgörü ve iyi niyetlerini, bu ve bunun gibi ne olduğu belli olmayan yalancı ve hinoğluhinlerin istismar ettiklerini ve yanlarına kâr kalmayacağını, dünyada kepaze olacakları gibi, yarın ruz-u mahşerde hesapsız acı ve azaplara düçar olacaklarını hararetle anlatı. Cemaati teskin etti. Yerlerine oturmalarını fitneye uymamalarını, fesada karışmamalarını ve tuzaklara da düşmemelerini istirham etti. Âyet-i kerime, hadîs-i şerifler okudu, tefsirini yaptı. Evliyâ-i kirâm hazeratının numune hayatlarından misaller vererek asayişi, sükûneti sağladı…

Cuma vakti de iyice yaklaşmıştı. Padişah, devlet ricali ve ulema henüz teşrif etmemişti. Onlar gelene kadar cemaatin üzerindeki tahribatı delillerle tamir etmeye ve kaldırmaya kararlıydı Arap Molla;

– Bakara sûresi ikiyüzelliüçüncü âyet-i kerimesinde meâlen, “O Peygamberlerin kimini kimine üstün ettik…/Tilker rüsülü faddalnâ ba’dehüm alâ ba’din.” Bu âyet-i kerime delil olarak yetmiyor mu? Bu edepsizler daha ne istiyorlar? Ey cemaat-i müslimin başka bir şeye lüzum var mı bilmem ki?..

Taç kapıda, rüzgârda başakların dalgalanması gibi bir hareketliliği gören Arap Molla; “Sadakallahül azim” diyerek kürsüden indi.

Başta Padişah ve yakın devlet ileri gelenleri cami-i şerife teşrif etmişlerdi. Bir gariplik seziliyordu ama ne olduğu sorulmadan, fazla üzerinde durulmadan hemen namaza duruldu.

Padişah’ın aklı, kendine takdim edilen ve bugün de kürsüde olması lazım gelen adamdaydı. Yan gözle etrafı taradı. Göremedi. Tanıdık bir sima da yoktu ortalıkta. İçinden; “Hayırdır inşallah!” diyen Sultan, cemaatin hâlinden bir tuhaflığın olduğunu sezmiş ve endişelenmişti…

                               ***

 

             YILDIRIM HAN AĞLIYOR!..

 

“Ben onun için neler düşünmüş, ne imkânlar vermiştim! O, halis akçelerimle, fi sebilillah Allahü teâlânın rızası için yaptırdığım Ulucami-i şerifte, sadık tebaama neler söyleme cüretinde bulundu?! Benim sevgili ve şerefli Peygamberime hakaret edebildi! Osmanlı Sultanı olarak onun seyyidliğine ve ilmine güvenmekten başka bir hata, bir kusur ve başka bir şey aramamış, görmemiştim. Daha dün akşam seçkin davetlilerimin karşısında söylediği beyitlerini hayra yoruyor, ettiği ağır küfürleri tatlı bir aşk terennümü sanıyor, hatta içimden onunla birlikte tekrarlıyordum…” DEVAMI YARIN

Comments are closed.